Elimizde iki seçeneğimiz var besbelli. 1. Karamsarlık, bıkkınlık, öfke ve umutsuzluk dörtlüsü. Yani 'Bu ülkede yaşanmaz', 'Türkiye bitti', 'Daha kötü günler gelecek', 'Her şey çok kötü' gibi fikirler arasında dönüp durmak... 'Nasılsın?' diye sorana 'Herkes nasılsa öyleyim, nasıl olayım Allah aşkına' cevabını vermek. Güne kötü uyanmak, kötü devam etmek ve kötü bitirmek. Üretmek istememek, üretememek. Paramızı saklamak, evden çıkmamak, ekşi suratla gezmek... Ayrıca 7/24 haberleri takip etmek, ekran karşısında ağlamak, dizlerini dövmek, arkadaşlarınla memleketin ne hale geldiğini konuşmak, komplo teorileri üretmek ve negatife bağlamak.
2. Umut, kararlılık, çalışmak, dik durmak dörtlüsü. Yani durumun dibine kadar farkında olmak. Elbette acı çekmek, üzülmek, düşünmek, tartışmak ama yine de teslim olmamak. İşine dört elle sarılmak, kendini koy vermemek, gereken zamanda gereken yerde hazır bulunmak, sesini çıkartmak, sokağa çıkmak ve ekonomiye katkı sağlamak. Bir yandan meydanları doldurmak, konserlere, sinemaya, tiyatroya, restoranlara gitmek ve pes etmemek. Yaşamak; inadına, daha da coşkuyla yaşamak.
Birinci şık dört kolla sarmayı bekliyor bizi. Köşede gözlerini dikmiş avlamak için bakıyor. Ama çare, ikinci şık değil mi? Kolay mı? Asla... Hele ki terör saldırılarının ardı arkası kesilmezken, canlarımız bir bir giderken, nasıl kolay olacakmış. Hani güçlü olmaktan söz ederiz ya, işte şimdi tam sırası. Güçlü olalım, kabuğumuza çekilmeyelim, olduğumuz yerde kilitlenmeyelim, birbirimizi iyice karanlığa sürüklemeyelim. Lütfen...