Yılandan korkmam dedikodudan korktuğum kadar. İstanbul'da gün geçmesin ki bir dedikodu pırtlamasın, sonra da dalga dalga büyüyüp şehir efsanesi halini almasın değil mi canım. Peki bakkal amca, bakkal amcaaa dedikodu çıkması için ne malzeme lazım? Tabii ki ille de kahramanların o dönem gözde olması lazım. Kendileri a. Şehre yeni gelmiş bir markanın yöneticileri olabilir. b. Magazin sayfalarından inmeyen bir ünlümüz olabilir. c. Göze batan bir aşk ilişkisi olabilir. Önemli olan No1; o kişilerin ya da kurumların kolay ulaşılamaz olmasıdır. No2$ dedikodusu yapılanların iştah kabartan bir pasta olması ve herkesin ondan bir dilim yemek istemesidir. Buyurun size son İstanbul bombası. Şimdi yurdumuza dünya çapında moda dergisi Vogue geldi ya, mart ayında da ilk sayısı çıkacak ya, şu dedikoduya bakın siz. Efendim Vogue- İstanbul ofisinde kocaman bir podyum kurulmuş, çalışanlar sürekli podyumda geçişler yapıyorlarmış. Sonracığıma; iş yerinde kadınların düz ayakkabı giymesi yasakmış, Christian Louboutin dışında ayakkabıyla salınmak Vogue kanunlarına aykırıymış. Bitmedi, devamı var; bir de Vogue- İstanbul ofisinde kocaman bir giysi odası varmış, sabah işe gelen şirket elemanları önce orada üstlerini değiştiriyor, son moda kılıkları giyiyor sonra işlerine bakıyorlarmış. Geçen gece bu dedikoduları Vogue'da çalışan bir arkadaşıma sordum, saatlerce güldük. Hadi biri böyle bir dedikoduyu çıkartıyor, bütün şehir buna nasıl inanıyor anlaşılacak gibi değil. Birileri çok fazla 'Şeytan Marka Giyer' izlemiş desenize.