İstanbul'un dünyanın en güzel şehirlerinden biri olduğu konusunda sanırım kimsenin kuşkusu yoktur. Boğaz, deniz ve tarihin buluştuğu bu kentte yaşamak bir şans mıdır? İçinizin daraldığı, kendinizi kötü, mutsuz ve yalnız hissettiğiniz bir gün deniz kıyısına inerseniz bu şehirde, geçen gemilere, boğazın sularına bakarsanız, sonra gözlerinizi tarihin geriye kalan muhteşem binalarına çevirirseniz huzuru bulabilirsiniz. Tabii şaire kulak verip, İstanbul'u dinlememek şartıyla. Dinlediğinizde, aynı soru birkez daha gündeme gelebilir: Bu şehirde yaşamak bir şans mı?
MENDİL SATANLAR...
Şehri seyrederseniz eğer, çantası kapkaççılar tarafından alınmaya çalışılan kadını görebilirsiniz. Dahası, aynı kadının kapkaç sırasında canının yakılmasından dolayı çığlıklarını ve bazen ölümün çığlığını bu olayın sonunda duyabilir, engelleyemezsiniz. Oradan kaçırdığnız gözleriniz sokak çocuklarına takılabilir. Bazen ellerinde tinerleri, bazen bali torbaları... Korkabilir ve yok saymaya çalışabilirsiniz ama oradadırlar. Daha güzel çocuk manzarası bulmaya çalışırken size mendil satmaya çalışan nicesiyle karşılaşabilirsiniz. Mendili alarak ya da para vererek yok etmeye çalışabilirsiniz şehrinizden bu güzel olmayan manzarayı. Sokakta çalışan çocukları, hem de böyle yaparak sokakta kalma sürelerini arttırdığınız ve daha nicesine sokak yolu açtığınızı bilerek, bilmeyerek.
SIKILABİLİRSİNİZ
Deniz kenarına gidip huzur arayabilmek için önce işinizi bitirmeniz gerektiğini düşünerek acele ettiğiniz halde arabanızın içinde, sıkışmış trafikte sıkılarak geçirebilirsiniz. Bu bekleyiş içinde bir türlü yol bulup gidemeyen ambülanstaki hastaya üzülebilir, gereksiz yere basılan korna sesleri kulaklarınızı tırmalarken, birbirleriyle tartışan ve kavga eden diğer sürücüler nedeniyle huzura olan gereksiniminiz artabilir. Denizi, boğazı, tarihi bile göremeden geldiğiniz evinizde komşularınızın evinin soyulduğunu, bunun bu aralar sık olduğunu, hatta bir başkasının arabasının çalındığını duyarak endişeniz artabilir. Ona ilişkin diğer endişelerinizin yanı sıra kıyamadığınız küçük çocuğunuzun sabah çok erken kalkıp, okula gidebilmek için sabah trafiğinde saatlerini her zaman güvenli olmayan serviste geçirmek üzere sizi bekleyemeden uyuduğunu görerek daha da hüzünlenebilirsiniz. Tüm bunlardan biraz uzaklaşmak için açtığınız televizyonda şehrinize ilişkin bütün olumsuz haberlerden sonra, bir başka şehire kulak vermeye karar verip, "Yeni bir seçenek var mı?" diye düşünürken diğer illerde de pek iyi sesler, güzel manzaralar bulamayabilirsiniz.
'KENDİMİZİ KORUYALIM'
Hatta tam o sırada Ankara'dan, başkentten gelen bir ses sizi dondurabilir: "Silahlanalım ve kendimizi koruyalım." İnsanları eğitmenin önemini anımsarken bu vesileyle, bu sesin bir hekimden, üstelik bu düşünceyi engellemek amacıyla seçilmiş birinden, belki daha da önemlisi tüm dünyada silah ve savaşa en iyi karşı duran kadınlardan birinden geldiğini öğrenmek canınızı iyice sıkabilir. Bir başka şehirde siyasi görüşler için çocukların nasıl kullanıldığını izleyebilirsiniz. Ülkenizde her alanda çocukların kullanılmasına ve buna sessiz kalmamıza mı, yoksa olayın ardındaki terör, kin ve düşmanlığın yasallaştırılma çabasına mı baş kaldırmanız gerektiği konusunda endişelenebilirsiniz.
ŞİİRİ ANIMSAYIN
Hangi şehirde yaşıyorsanız oraya ilişkin güzellikler, doğa ve tarih mutlaka vardır. Yine de sabah olduğunda bunlara bakmakta yarar olacaktır. İstanbul'daysanız denizi, gemileri, tarihi seyrederken bu şehrin bizlere rağmen kaç yıldır yaşadığını ve yaşayacağını düşünün. Bundan alacağınız güç ve huzurla çıkın şehrin yollarına. Kaçırmayın gözünüzü, kulağınızı olumsuzluklardan. Sadece değiştirmeyi deneyin yettiğinizce.
Şiiri anımsayın:
Deniz yolculuğunda, tekne demir atınca
Sende su taşımak için karaya çıkınca,
Yolda giderken başka şeyler yapabilir,
Diyelim midye toplayabilir ya da kalamar yakalayabilirsin;
Ama gözünü sürekli teknenin üstündeı,
Hep dönüp bakmalısın, acaba dümenci seni çağrıyor mu diye.
Çağrınca da başka herşeyi hemen olduğu gibi bırakıp koşmalısın ki tekneye, koyunlar gibi, ayakların bağlı atılmayasın..
Yaşamda da böyledir.
Biraz becerebilirseniz bunu ve yakalayabilirseniz huzuru eğitmenleri de eğitmenin, onlara da doğruyu gösterebilmenin acı da olsa denetleyebilmenin sırrını bulabilirsiniz. Bütün bunları yapamıyor, hatta denemiyorsak o zaman tek soru kalıyor geriye: Biz neyimizi yitirdik? Akıllarımızı mı? Ruhlarımızı mı?