Kurtuluşun reçetesini Cumhurbaşkanımız açıkladı: Topyekun milli seferberlik ruhuna bürünmek... Çanakkale'de, Dumlupınar'da, 15 Temmuz'da olduğu gibi...
Öyleyse herkes kendi evinin önünü şimdiden süpürmeye başlamalı. Siyasetçi siyaset üstü günler yaşadığımızın farkına varacak. Bürokrat, öncelikle milletin emrinde olduğunu hatırlayacak. Akademisyen, öğretmen, 'mesleki sorumluluğunun' aslında 'memleket sorumluluğu' olduğunun bilinciyle çocuk, genç yetiştirecek. Asker, polis, hiçbir etki altında kalmadan 'Önce vatan' diyecek. Gazeteci, siyasi tetikçilik yapmayacak, okyanus ötesinden aldığı talimatla hainliğe soyunmayacak, gerçeği araştırıp yazacak, dördüncü erk olma sıfatını sonuna kadar hak edecek. Peki ya televizyoncu? Dedim ya, 'Herkes evinin önünü süpürmeli' diye, 'televizyoncunun milli seferberliğini' de ben yazayım:
Reyting adına 'cayırtılı' haber yapacağım diye milletin zaaflarını suistimal etmeyelim.
Türkiye, günde beş saatini ekran başında geçiriyor. Bu nedenle yaptığımız şey 'alt tarafı bir televizyon programı' değil, unutmayalım.
Ekranda tartışalım, fikirlerimizi çarpıştıralım ama üslubumuza lütfen dikkat edelim. Çünkü ekranlardan odamıza dolan o şiddet ve gerginlik, baca kurumu gibi içimizde birikip sonunda yangına sebep oluyor.
Kurum menfaati, siyasi eğilim ya da maddiyat artık birinci önceliğimiz olmamalı. Mesele, 'memleket meselesi'; asla aklımızdan çıkarmayalım.
Bu ülkeyi bölmeye, parçalamaya, başkalarına peşkeş çekmeye çabalayan örgütleri ve onların yurt dışındaki uzantılarını 'düşman' belleyelim. Sahte 'demokrasi' kılıfına sokup ekmeklerine yağ sürecek haber ve yorumlardan özenle kaçınalım.
Birbirimize düşmanlık etmek için harcadığımız enerjiyi lütfen 'gerçek düşmana' yöneltelim.
Tiraj ve reytinge tahvil edilmiş hamasete kendimizi kaptırmayalım. 'Çok okunmanın, çok izlenmenin' sarhoş edici büyüsüne kapılıp kalemimizi, mikrofonumuzu, kameramızı egomuzun esiri yapmayalım.
Tartışma programlarından izdivaç programlarına, yemek programlarından moda ve müzik yarışmalarına kadar hemen her yerde 'iğneleme, laf sokma, rencide etme, aşağılama' sanki televizyonculuğun olmazsa olmazı haline geldi. Lütfen artık 'fabrika ayarlarımıza' dönelim!