Önceki gün Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri Töreni'ni yerinde izlemek üzere lacileri kuşanıp başkentin yolunu tuttum. Ne yalan söyleyeyim, en büyük merakım, üzerine çok şey yazılıp söylenen Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ni çıplak gözle görmekti. Tesadüfe bakın ki, o gün Danıştay; Külliye'nin herhangi bir hukuki sakınca oluşturmadığı, yasalara uygun olduğu kararıyla, tartışmalara son noktayı koymuştu.
Gittim, gördüm ve bir Türk vatandaşı olarak gurur duydum. Yapıyı kimse sırtına yükleyip kendi bahçesine dikemeyeceğine göre, bu güzelliğin vatanıma, milletime sadece 'prestij' kazandıracağına ikna oldum. Gelelim, tören ve ardından verilen resepsiyonla ilgili özel notlarıma:
Cumhurbaşkanı Erdoğan, konferans salonuna sahnenin yanındaki özel kulis bölümünden değil, en arkadaki merdivenleri kullanıp davetlilerin arasından iniyor. Bunu 'halka yakın durmanın' samimi bir ifadesi olarak yorumladım.
Erdoğan, tören sırasında ödül verilen sanatçıların tüm aile üyelerini de sahneye çağırıp tek tek kutladı. Bu da Cumhurbaşkanı'nın 'aileye' verdiği önemin açık bir ifadesiydi. Zira ailelerinin desteği olmadan, hiçbirinin o ödüle ulaşamayacağını en iyi Erdoğan biliyordu.
Ödül törenlerinde sahneye çıkanların ve davetlilerin kıyafetlerine dikkat etmemeleri, önemli bir sorun olarak ortaya çıkar. Sanırım bu sorunun yaşanmadığı tek ödül töreni, Cumhurbaşkanlığı'nınki. Tüm beyler iki dirhem bir çekirdekti. Bütün hanımlar ölçülü bir zarafet ve şıklık timsaliydi.
Keşke Cumhurbaşkanlığı protokolü tüm ödül törenlerinde geçerli olsa diye geçirdim içimden. Ödül alanlar, onların yakınları, siyasiler, basın mensupları için ayrı ayrı bölümler oluşturulmuştu. Sahnenin önüne konuşlanıp bütün tören boyunca davetlilere sırtlarını seyrettiren foto muhabiri ve kameramanlardan da eser yoktu.
Ödül alanlar için hazırlanan tanıtım videoları tek kelime ile kusursuzdu. Özellikle metinlerine bayıldım. Örneğin, ebru sanatçılarına ithafen söylenen şu söz gibi: 'Okyanustaki damlayı değil, damladaki okyanusu anlatan sanatçılar...'