Grip yüzünden galasına gidememiştim. Filmi hafta sonu sinema salonunda izlerken, 'Keşke galaya gitseydim de bu şahane yapıtı daha önceden okurlarıma duyursaydım' diye dudaklarımı ısırdım. '12 Eylül mağdurları' deyince aklınıza önce ne geliyor?
Evlerinden toplanan, işkenceden geçirilen, hücrelerde, tabutluklarda ölüme terk edilen, kitapları yakılan, aileleri darmadağın edilen, saçı sakalı birbirine karışmış, yeşil parkalı, sol görüşlü gençler değil mi?
Oysa 12 Eylül sadece inançları yüzünden hayattan kopartılan, başlarını örttüğü için toplumun dışına savrulan, muhafazakar fikirlerini kağıda geçirdikleri için türlü işkenceye maruz kalanların da dramıdır.
Bizim Hikaye filmi; yıllardır pek çoğumuzun görmediği, görmek istemediği ya da gösterilmek istenmediği için habersiz kaldığı prizmanın o gölgede kalan yüzünü çeviriyor.
Film; 'insanlığın' sağının, solunun, devrimcisinin, dincisinin olmadığının, temel hak ve özgürlüklerin ayaklar altına alınmasının önce 'insanlık suçu' olduğunun, kimsenin inandığı fikirleri savunduğu için esarete, işkenceye, ölüme tabi tutulamayacağının naif ve dokunaklı bir manifestosunu yazmış. Ve o yıllarda suçsuz yere ailesinden ve en sonunda da hayattan kopartılanların 'itibarlarını' iade etmek için hiçbir günün 'geç' sayılamayacağını anlatmış.
Bu film, sadece birkaç milyon sinemaseverin 'ayrıcalığı' olarak kalmamalı. Yönetmeni, senaristi, ışıkçısı, sesçisi, bestekarı ve tüm oyuncuları 'aynen' korunarak, 'Çemberimde Gül Oya'nın farklı renkte iplik kullanılarak bezenmiş yeni hali gibi bir televizyon dizisine dönüştürülmeli.
Dönüştürülmeli ki; Bizim Hikaye'nin aslında 'hepimizin hikayesi' olduğu daha iyi anlaşılsın...