Bir zamanlar, "Beni gerçekten tanısaydın, yine de sever miydin?" diye sormuştu ABD'li psikolog Eugene Kennedy, minnacık bir kitabında. Ne ilginç, her insanın, kendisine ait 'buğulu karanlık kilerinden' ya da ortalıkta görülmesin diye, 'halının altına süpürülen tozlardan' fışkıran, bir soruydu bu sanki. Her insanın kendisini takip eden gölgesinden, köklerinden gelen bir soru bu. Nedense bu soru hiç değişmiyor, yanıtları da sabitleşiyor sanki.
***
Adına 'insan' dediğimiz varlık; özünde ne çok kırılgan,
ne çok yalnız, kendisine ne çok yabancı. Kendi özünü yeniden keşfetmekten, inancın ışığıyla yıkanmaktan ne çok uzak.
İşte bu nedenle,
durmadan kendi egosuyla uğraşan insan tipi öne çıkıyor günümüzde. Egosunun gittikçe büyüyen, aslında kocaman yalnızlığı altında ezilen, üstünü örttüğü karanlıklarıyla bir türlü barışamayan, bazen
güç bağımlılığına yakalanan, bazen sevgisizlik hastalığının yatağında, kıvrılarak acı çeken, ama
bunun hiç farkında olmayan insan.
***
Sürekli 'özsaygı' coğrafyasında, sancılar içinde olan insan.
Ah insan; kendi eşsizliğinin, tekliğinin, birliğinin, sınırsızlığının, narinliğinin, güzelliğinin, zekasının, yaratıcılığının hiç farkında olmayan insan.
Yüreğinin derinliklerinde taşıdığı yüce bir sevginin,
kendi kutsal haritasının, barış duygusunun, şefkatinin, merhamet topraklarında taşıdığı adaletinin, bir zamanlar
Kant'ın
yer yüzünün en önemli değeri olarak tanımladığı 'vicdanının', hiç farkında olmayan insan.
***
Ah insan;
başkaları kendisini sevmeyecek diye korkan insan.
Bu korkusuyla, aslında gerçek özgürlüğünü tüketen insan.
Yaşamı boyunca, ruhunun karanlık noktalarında, onları ışığının altına taşıyamadığı için, kalbinden kopmuş acılı sözcüklerle dans eden insan. Umutsuzluğa kapılan. İşte bu nedenle de Eugene Kennedy'nin sorduğu gibi, sık sık kendi kendisine "Beni gerçekten tanısaydın, yine de sever miydin?" diye soran insan.
***
Kendisi ve çevresi hakkında, genellikle
iyi şeyler düşünemeyen insan.
Ruhunu olumsuzluk okyanuslarının cahil kıyılarında acıtan insan.
Belki de hep derin bir kendisine güvensizlik uçurumunun kenarında, kaygı yağmurlarının altında yürüdüğü, sevgi alıp sevgi vermede kimsesizleştiği için, ıssızlıkta
kendi insanlığına borçlu kalan insan. Önce kendisini sevemeyen, kötülükte çıkış arayan, eşitler arasındaki duruşu hiç tatmayan, tatmamış insan. Ah çaresize merhamet duyamayan, duymayan insan.
***
Narsizmin nehrinde yıkanan, kendisine hayranlık suları altında, kendi egosuna tamamen teslim olmuş, kendisini arıtamayan, arınmayan, ışıktan uzaklaşan insan.
Ah insan, uyanıkken aslında uykuda olan.
Ah insan, unutup
kısırlığa olan mahkumiyetini, başkalarını mahkum eden insan. Ah insan, unutup asırlar önce kulağına fısıldanan "komşunu kendin kadar sev" öğüdünü; komşusunu, ötekini, artık kendisini de hiç sevmediği kadar, sevmeyen insan. Eşitliği sadece sevgisizlikte yaşayan.
***
Ah insan, bazen de insan olabilen insan. Kendisini yücelten, güzelleştiren, çoğaltan; ah güzel insan. Ah insan, yaşamın gücü, zarifliği, maddesi olan; kulakları sağırlaşmamış, kalbi körleşmemiş insan. Ah insan, sonsuzlukta iyiliklerle akan, sevgili güzel insan. Sevginin, merhametin, şefkatin, aklın, hikmetin
efendisi insan. En iyisi
Çetin Altan ustanın dediği gibi; insan hakkında da "enseyi karartmamak" gerekli. Bütün umudumuz, yine insanda çünkü.
Hem
Edip Cansever'in deyişiyle, gerçekten de:
"Ne gelir elimizden insan olmaktan başka."