Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

Cehaletin dayanılmaz yükselişi

Geçen akşamların birinde sevgili Ali Kırca'nın Siyaset Meydanı programındaki 'sosyal medyanın yükselişi' tartışmasına katıldım. Önce (canlı olarak) Skytürk'de, sonra Show'da yayınlanan programda iki buçuk saat boyunca, adına sosyal medya denen şeyi tartıştık. Elbette bu alanda tutucu olmamak gerekir. Hayatlarını küçük ekran başında geçirenler, ellerinden iPhone vb. şeyleri düşürmeyenler, tweet atmadan duramayanlar (hatta bir film, oyun veya program izlerken bile!), Facebook'ta eski arkadaşlar kadar yeni aşklar da bulanlar... İnternetin hayatımıza girmesiyle birlikte tüm bunlar da hayatın parçası oldu. Ancak önemli olan bunları kullanma biçimi. Hayatımızda onlara verdiğimiz yerin mantıklı olması, hiçbirinin esiri olmadan, sadece herbirinin getirdiği kolaylıklardan, bilgi ve enformasyona erişme olanaklarından yararlanma becerisi. Ve de her şeyin ötesinde, gerçek bilgi, kültür ve birikimi edinip koruma içgüdüsü. Her şeyin basite, sıradana ve yüzeysele indirgemekten kaçınılması. Ve de gerçek bilgiye ve kültüre erişme arzusunu hep diri tutmak. Ayrıca internette, Twitter veya Facebook'ta kırık dökük sözcüklerden, yarım cümlelerden, kaba saba deyişlerden, özetlenmiş yargılardan oluşan, bazen yıkıcı, hatta yok edici bir dil kullanımı yerine, güzel dilimizi hakkını vererek, incelikleriyle, nüanslarıyla kullanmayı da unutmamak... Bunlar önemli değil mi?

Cahilleşme akımı
Bu kadar kitabi sözden sonra, ben yakın zamanda yaşadığım iki deneyimi anlatmak istiyorum. Anlattıklarımla belki direkt ilişkisi yok gözükebilir, ama bence var. Çünkü bunlar da çağımızın en önemli sorunlarından olan kültürü yadsıma, bilgiyi reddetme ve, adını koyalım, cahilleşme akımının örnekleri. İlki çok ciddi değil. Antalya'daki bir otelde, festivalin kapanış partisinde DJ'lik yaptığımı yazmıştım. Gittiğimde oranın gedikli DJ'i tarafından karşılandım. Getirdiğim CD'lere hayli kuşkulu bakıyordu. Önce sinemayla da ilişkili slow parçalar çalacaktım, öyle de yaptım. İlki Orson Welles'in o malum I Know What It is to be Young adlı parçasıydı. Yanı başımda bana aleti kullanmayı öğreten gence birkaç söz ettim, onun bir sinema dehası olduğunu, 70 yaşında yaptığı o ilk plaktan kısa süre sonra öldüğünü filan anlattım. Önce ilgiyle dinleyen genç, bir süre sonra yok oldu. Arada sadece gelip bana "Ağbi, dans etmek isteyenler de var!" diyordu. Ben elbette bunu biliyordum. Sonuç olarak bir after-party idi bu... Ve çoğunluk kurtlarını döküp dans etmeye gelmişti. O tür plaklar da vardı ve bir süre sonra onları çalmaya başladım. Ama salonda ilgiyle dinleyip dilekte bulunan kimi gençlerin tersine, o DJ, yani hayatı pop müzik olan, bunu meslek seçmiş profesyonel bir DJ, nasılsa oraya düşmüş, 20. yüzyıl popunu hayatının büyük sevdalarından biri yapmış, bu alanda koca bir kitap yazmış Atilla Dorsay'dan hiçbir şey öğrenmeye tenezzül etmemişti. O 'clubbing' tutkunu, müziği sadece o ritim sanan ve sayan gençlere istediklerini veren bir eğlendirici olarak kalacak, pop müziğin sonsuz güzelliklerine hiç yelken açamayacaktı. Ne yazık! İkinci ve daha ciddi olay TRT'yle ilgili. Geçen yıl TRT'den aldığım bir öneri üzerine, TRTMüzik kanalında bir süre klasik müzikaller sundum. Büyük bir keyifle, istediğim filmleri getirtmeyi başararak... Böylece Yağmurda Şarkı'dan Paris'te Bir Amerikalı'ya, o güzelim filmler yıllar sonra Türk sinemaseverinin karşısına çıktı. Birkaç ay sonra, önce yeni film alamadıklarını söyleyip eskileri tekrar ettiler. Sonra kuşak tümüyle kalktı. Hiçbir açıklama da yapılmadan... Üzüldüm gerçi, ama sözünü etmedim. Bunu TRT'nin yeni dönemindeki iç sorunlara bağladım. Sonra, bu kez TRT-Gap radyoda uzun süredir katıldığım bir program kalktı. Her cumartesi sabahı, o programa telefonla bağlanıp o hafta Diyarbakır'da gösterime çıkan filmleri anlatıyordum. Küçük bir çabaydı, ama o yörenin insanlarına seslenmek beni çok mutlu ediyordu. Sonra hep karşımda bulduğum, bana filmleri önceden haber veren genç kızın yerine, köylü şiveli bir erkek sesi geldi. Bana gereksiz övgülerde bulunuyor, ama işini iyi yapamıyordu. En önemsiz veya önceki haftadan kalma filmleri veriyor, önemlilerini unutuyordu. Sonunda bir kez telefonda haşladım. Ama önemli biri olmalıydı, ertesi hafta o programın kalktığı bildirildi. Yine sesimi çıkarmadım, iki satır yazmadım. Ama belliydi: Cehalet denen şey TRT'yi de ziyaret etmiş ve
arkası

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA