Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi "sarsıcı durumlarda" başlığı altında şöyle diyor:
"Üzüntü, sıkıntı, tehlike, yıkım, felaket ya da şok halindeki insanlar söz konusu olduğunda gazetecinin olaya yaklaşımı ve araştırması insani olmalı ve gizliliklere uyularak duygu sömürüsünden kaçınılmalıdır." Neyin söz konusu olduğu belli iken...
İnsani olmak...
Duygu sömürüsünden kaçmak...
Gerçek gazeteciliği yakalamak...
Bizlerde, yaşanan mesleki yozlaşma yüzünden maalesef genel kabul gören, pek sorgulanmayan bir alışkanlık oluştu:
Gazeteciler olarak görevimizi "halkın bilmesi gerekenleri ona sunmak" değil, "halkın merakını gidermek" olarak tanımlıyoruz.
Sınırı belirsiz "merak" bir haber değeri kriteri olunca, zaten geriye başka bir alternatif bakış kalmıyor.
Öyle olunca, ne insanların özel hayatlarına saygımız kalıyor ne de acılarına, yasına.
İki noktayı unutmamak gerekir:
Bizim işimiz, kendi ilkelerimize saygıyı bayrak edinmek, "merak giderme" ile bilgilendirme arasındaki farkı anlayarak hareket etmektir.
Bu tip haberlerde her zaman konuşan çıkar. Aileler bile.
Ama burada da çizgiyi biz çekeceğiz, etik sınırları biz çizeceğiz. Kendimizi kurbanların, mağdurların yerine de koyarak, "ya ailemin başına gelseydi?" diye sorarak. Empati yaparak.