Sabah gazetesinin kurucusu ve eski sahibi Dinç Bilgin'in hem kendi geçmişine hem de medyaya dönük özeleştirileri sürüyor.
Ahmet Hakan dünkü Hürriyet'te Bilgin'in özeleştirilerini "Günah çıkarma" olarak nitelemiş ve onun "Sürekli günah çıkararak bir tür günahsızlaşacağına" inandığını ileri sürmüş.
Katoliklikteki "Günah çıkarma" sürecinde kişinin günahlarının affedildiği bir rahip tarafından kendisine söylenir ve böylece "Cennet"in kapısının sicili temizlenmiş eski günahkâra açıldığına inanılır.
Katı komünist partilerde de buna benzer bir uygulama vardı.
Hata yaptığına inanılan parti görevlisi, partililerin önünde günahlarını itiraf ederdi.
Eğer bu itirafları kabul edilir ve affedilirse, o rejimin yeryüzü cenneti sakini olmasını sağlayan "Parti üyeliği" devam ederdi.
Dinç Bilgin'in özeleştirileri ona bir "Cennet" in kapısını açmayacak.
Ama bu özeleştiriler sayesinde bizim mesleğimizi daha iyi öğrenip anlıyoruz.
Ajan gazeteci
Son olarak Taraf'ta Neşe Düzel'le yaptığı söyleşide mesela şu soru sorulmuş kendisine:
- Asıl görevi istihbaratçılık olan bazı kişilerin gazeteci kılığında gazetelerde çalıştıklarını biliyoruz. Patronlar bunların istihbaratçı olduklarını bilirler mi?
Dinç Bilgin'in cevabı da şöyle olmuş:
- Tahmin ederler. O zamanlar böyle şeyleri görmezlikten gelmek işimize gelirdi. Çünkü ileride o kurumlarla ilişkide, o gazeteci işine yarar diye düşünür patron. Bu da medyanın ayıplarından biridir tabii.
Bu cevabı okurken yaşadığım bir olayı hatırladım.
12 Eylül askeri rejimi döneminde, başyazarı olduğum Milliyet'in yazarlarından Örsan Öymen, Almanya'dan gelirken Yeşilköy Havaalanı'nda gözaltına alınmıştı.
Alman radyolarında Türkiye'deki rejimi eleştiren yayınlar yapmakla suçlanıyordu.
Bunu duyunca hemen Emniyet Müdürlüğü'ne gittim. İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı'yı Trafik Müdürü olduğu dönemden tanıyordum. Onun bürosuna gittim ve Balcı'dan, Örsan Öymen'i hemen serbest bıraktırmasını istedim.
Sıkıyönetimde bir ziyaretçi
Balcı bunun mümkün olmadığını, gözaltı emrinin sıkıyönetim komutanından geldiğini söyledi.
Kendisine sıkıyönetim komutanını aramasını, onunla benim konuşacağımı söyledim. Balcı komutanın direkt numarasını çevirip telefonu bana verdi.
Telefon açıldı... Ben "Efendim ben Mehmet Barlas'ım" dedim. Karşımdaki kişi de "Ben de Kemal Ilıcak'ım" diye cevap verdi.
Meğer rahmetli Kemal Bey komutanı ziyarete gitmiş. O sırada komutan tuvalette olduğu için telefonu o açmış.
Ben hemen Kemal Ilıcak'a komutanı niye aradığımı anlattım. Örsan'ın bırakılması için onu ikna etmesini istedim. Birazdan sıkıyönetim komutanı gelmiş olmalı ki Kemal Ilıcak'ın ona durumu anlattığını telefondan duydum. Sonra komutan telefonu aldı ve "Bana Şükrü Balcı'yı verin" dedi.
Şükrü Balcı telefona "Baş üstüne komutanım" dedikten sonra bana döndü ve "Kurtardın Örsan Öymen'i" diye konuştu.
Acaba kimdi?
Örsan'ı alıp doğru bizim eve götürdüm. O gece bizde kaldı. Hemen yurtdışına çıkması için ertesi güne bir uçak ayarladık.
Ama uçağa gitmeden önce Milliyet'e uğramak istedi. Yazı işlerinde arkadaşlarla sohbet ediyor, bu arada Şükrü Balcı hakkında ağzına geleni söylüyordu.
Tam o sırada bir muhabir bana "Sizi telefondan arıyorlar" dedi.
Telefonu aldım. Karşımda Şükrü Balcı vardı.
- Örsan orada bana atıp tutuyormuş. Söyle kendisine bu defa onu sen de kurtaramazsın, dedi.
Örsan'a durumu anlattım. Etrafa baktı ve sustu.
Sonra onu havaalanından bir uçağa bindirip yurtdışına gönderdik.
Acaba Milliyet'in yazı işlerindeki ajan kimdi?