Doğal felaketler geldi mi, toplumlar yaşamanın değerini anlar.
Elazığ'ın Karakoçan ilçesinin Başyurt beldesini vuran deprem de, kısa süreliğine kamplaşmaları ve siyasi kavgaları unutturdu bize.
Hayatlarını kaybedenlere rahmet, yaralananlara sağlık dilemekten başka bir şey yapamıyoruz.
Ama galiba bundan öteye yapmamız gerekenler de var.
Dün Başbakan Erdoğan felaketin bilançosunu açıklarken can kaybının yüksek olmasının nedenlerini şöyle yorumladı:
-Şu ana kadar kaybettiklerimizin nedeni bu bölgenin yerel mimari anlayışı yani kerpiç yapılanması nedeniyledir. Bu yapılanmanın bedeli ne yazık ki ağır olmuştur. Ayrıca bu bölge bir asırdır deprem görmemiştir. Bölgenin yeniden imarı için TOKİ'ye süratle talimat verdik ve bölgede inceleme yapmak için harekete geçtiler.
Başbakan'ın "Kerpiç yapılanma" konusunda söyledikleri doğal olarak "Beton yapılanma"nın depremlere direnci konusunu da gündeme getirecektir.
Beton yapılanmanın depreme direncini de 1999 Ağustos depreminde, Adapazarı'nda, Gölcük'te, İstanbul'da görmedik mi?
O felaketin ertesinde beton yapılanmanın depreme direnç ölçütlerinin değiştirilmesi gerekti.
1999 sonrasında inşa edilen binaların, önce yapılanlardan daha sağlam, daha dirençli oldukları bir gerçek değil mi?
Bırakın binaları... İstanbul'da viyadükler, üst geçitler, köprüler bile bir plan çerçevesinde güçlendirilmiyor mu?
Deniz tuzu yemiş kumlarla yapılan harçlar, paslanmış ve yetersiz miktardaki demirlerle dökülen betonlar, binanın altına bir dükkân açmak için kesilen sütunlar...
Deprem yokken çöken çok katlı binalar hakkındaki haberleri unuttuk mu?
Bunlar hep gözümüzün önünde değiller mi?
Deprem gibi can yakıcı olan sel felaketlerinde de, dere yataklarındaki yapılanmalar veya akar suların akmalarını engelleyen insan yapısı darboğazlar, sürekli gündeme gelmez mi?
Elazığlı kardeşlerimize başsağlığı, ölenlere rahmet diliyoruz.
Her doğal felaket döneminin, yapılamayanların listelendiği günler olmaktan çıkması gerektiğini düşünüyoruz.