Cerrahpaşa Tıp'ın o aşağıdaki, sahil yönündeki kısımlarına doğru inerken devasa bir binaya rastlarsınız. O dev anası binanın koynunda her derde deva arayan türlü çeşit tababet biriminin mekanı, hocası, talebesi, hemşiresi, ameliyathanesi ve elbette ki kalabalık hallerde hasta makulesi yaşar her an. Çocuk Cerrahi Bölümü iri kıyım binanın alt katlarında bir yerde diyerek tarifleyip, bindirdiler asansöre beni. İndiğimde karşımda bir dolu hastayı, yakınını, eşi dostu ahbabını görüverdim. Sevindiler. Ben de sevindim gözlerindeki ışığı görüp. Sonra ilk o çocuk sesledi ismimi ve arzusunu. "Savaş abiii, buraya gel, yanımıza gel ne olur!.."
HAYATI BURADA GEÇMİŞ
Yanı başlarına seğirttim. Annesi babası bir de o. Hüseyin yani. 14 yaşında, okula, oyuna, gezmelere bii türlü gidemeyen Hüseyin Neret yani Hikayesi çarpıcı. Her bebek ağlar ama o öylesine bir susmasız, durmasız ağlıyormuş ki, "götürün doktor görsün" demiş aile büyükleri. Daha bir haftalıkken oraya götürülünce Cerrahpaşa Çocuk Cerrahisi'yle ilk tanışması olmuş bu Hüseyin'in. O gün bugündür de kah yatarak kah ayakta tedavi görerek 14 yıl teyelli yaşamış buraya.
BÖBREKLERİ İFLAS ETTİ
"Annesi anlatıyor, diyor ki; "Büyük hocalar vardı burada o vakitlerde de. Buraları kuran, büyüten Daver Yeker, Nur Danişment gibi büyük hocalar vardı. Baktılar ve anladılar hemen. Mesane çıkışında üretra dedikleri yerde daraltı varmış. Çişini yapamıyor. Bir seri operasyonla mesaneyi böbrek nakli ameliyatına hazırladılar. Elden geleni esirgemeseler de ileri yaşlarda böbrek yetmezliği kaçınılmaz olurmuş. Onca ilgi, bilgi, ihtimam ancak şunca yaşa kadar uzattı bu kaçınılmaz durumu. Şimdi böbrekleri iflas. Haftada birkaç kez diyalize giriyor. Yakında ben ona böbreğimi vereceğim, düzelecek sağlığı." Sonra diğer çocuk hastalar ve yakınlarıyla da dertleşiyorum. Yine bir anne ağlamaklı sesiyle anlatıyor: "Kızımın apandisti patladı. Ameliyat sırasında her yana enfeksiyonun sıçradığı tespit edildi. 'Çok daha iyi ve kapasitesi yüksek yerde' bakımı şart diye buraya gönderdiler. Ama kızımın durumu konusunda net bilgi verilemiyor. Belki makineye bağlanması gerekecek. Maddi ve manevi bittik" diyor. Ben de bu iftiharlık bölümün başkanı Prof. Dr Cenk Büyükünal Hoca'yla görüşeceğime söz veriyorum. Çocuk Cerrahisi'nin dünya çapında yetkin isimlerinden olan Cenk Hoca sırf bilim adamı olarak değil insan olarak da abide kişidir çünkü. Sonra bir ufacık tur atıyorum koridorda, odalarda. Genç nöbetçi doktor Bekir Bey rehberlik ediyor bana. 1978 yılında kurulup gelişen bu birimin 60 yatak kapasiteli olduğunu öteden beri biliyordum. Her bir şeyi yerinde 2 büyük ameliyathanesiyle Türkiye'nin konusunda başa güreşen merkezlerinden biri olduğu da hafızamda.
HOCAMA SÖYLERİM
Dahasını öğrenmek için çabalıyorum ama genç hekim; "Her sorunun yanıtı sadece Cenk Hocam'dan gelir. Bizden çıt alamazsın Savaş Abi" diyor gülerek. Böyle ilkeli, disiplinli davranışa saygı duyup, ısrar etmiyorum. Az sonra karaman bir afacanın, 4 yaşındaki Emre Koçer'in yatağı kenarında buluyorum kendimi. Annesi feryat figan. "O lavaboları açan tuz ruhu gibi maddeler var ya. Bir cahillik edip semt pazarından, açıkta satılanlarından aldım, onu kola şişesine koymuşlardı. Bir ara kaşla göz arasında kola sanıp içmiş onu oğlum. Yemek borusu, gırtlağı, mide girişi yandı kavruldu. Şimdi burnuna bağlı hortum yardımıyla beslenebiliyor. Daha ne kadar yatacak, yanmaya bağlı gelişen daralmalar nasıl geçecek bilemiyorum."