İstanbul Üniversitesi yeni rektörünü seçti: Profesör Ali Akyüz.
Medeni ve demokratik bir ülkede iş burada biter. Üniversite rektörünü seçmiştir. Tamam. Nokta.
Haaa, bu seçimde öğrenci temsilcileri de oy kullanmalı mıdırlar, asistanlar da katılsalar iyi mi olur, hatta "idari personelin" bile seçime katılması daha mı doğru olurdu, bunlar tartışılması gereken güzel konulardır.
Ama rektör seçilmiştir, tamamdır, isteyen beğenir isteyen beğenmez (gene bir doktor kazanmıştır!), mesele kalmamıştır.
Fakat bizde öyle olmuyor.
İstanbul Üniversitesi, rektörünü seçti de seçemedi!
Çünkü, yalnız birinci olan değil, en çok oy alan altı aday, yani beş kişi daha YÖK'e bildirilecek, YÖK bunların içinden üç kişiyi seçecek (birinci gelen hoca bu listede hiç olmayabilir de!), cumhurbaşkanına sunacak.
Cumhurbaşkanı da bunlardan birini, isterse en "alâkasızını" rektör yapacak. Bu yetkisi var.
Bu düzen, yirmi altı yıl önce, Kenan Evren'in "rektörleri kendi kafasına göre tayin edebilmesi için" ayarlanmış bir dümendir.
Kenan Evren, ya da ondan sonra gelmesi beklenen bürokrat kökenli diğer cumhurbaşkanları... Tercihan genelkurmay başkanlığından gelecekler, ya da hiç olmazsa Anayasa Mahkemesi başkanlığından gelecek olanlar... (Nitekim, "asker uyduramadık sivil verelim" yaklaşımı 2000 yılında uygulandı.)
Ama hesap 2002 yılında tehlikeye girdi, 2007 yılında da cortladı.
Şimdi, bürokrasinin rejim ve toplum üzerindeki "vesayetinin" sürebilmesi için kurulmuş bu düzenek "halktan bir cumhurbaşkanının" eline geçince homurdanıyorlar...
Ve de emekli memur gazeteleri satır aralarında sızıldanmaya başlıyorlar: İkinci sırada "başbakana yakın" bir hoca, Profesör Yunus Söyler varmış, cumhurbaşkanı onu seçebilirmiş! İma yoluyla kılçık atıyorlar.
Cumhurbaşkanına bu yetkiyi vermeseydiniz hemşerim!
Siz, anayasaya göre "vatana ihanetten" başka hiçbir suçla yargılanamayan cumhurbaşkanının "AKP'yi kapatma davasında" yargılanmasını bile utanmadan istemiş adamlar değil misiniz?
"Abdullah Gül'ün eline bu yetkiler geçmesin" diye geçen yıl ortalığı birbirine kattığınızı Avrupa'da Amerika'da bile duymayan kalmadı.
Yetkileri kendi diktatörünüz kullanınca iyi, demokratik yoldan gelen başkası kullanınca kötü... Öyle mi?
"Yeni bir anayasa" beklentisine ve girişimine taş koymasaydınız, anayasa değişikliği meselesinin görünür bir gelecekte bir daha açılmamak üzere rafa kaldırılmasına çanak tutmasaydınız, belki bu yetkiler sorunu da çözülecekti, hatta YÖK denilen kurum bile tarihe karışabilecekti...
Kendiniz ettiniz, kendiniz buldunuz. Hiç ağlamayınız.
Siz utanmadan cumhurbaşkanının da "başbakana yakın" olmasına karşı çıkıyor ve aralarını açmak için olmadık söylentiler uyduruyorsunuz.... Cumhurbaşkanının "parti kökenli" olmasına dehşetle bakıyor, ama Atatürk'ün ve İnönü'nün görev süreleri boyunca fiilen CHP başkanı da olmalarını çok doğal karşılıyorsunuz!
Atatürk-İnönü, İnönü-Peker ya da İnönü-Saracoğlu ikilisi olursa "uyumlu çalışma", Bayar-Menderes ya da Gül-Erdoğan ikilisi olursa tu kaka... Öyle mi?