Böyledir, sinemadan anlamıyorsan, oturur Cem Yılmaz'ı tartışırsın: Çok mu güldük, az mı güldük? Çok para mı harcamışlar, az para mı harcamışlar? Arak mıdır, değil midir? Maymunu düdüklemesi ayıp mı, değil mi? Gişe rekorunu kırdı mı, kırmadı mı? "Bundan böyle Türk sinemasında hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" gibi ahmakça cümleler de ortaya atılır.
"Gora" filminin "katlaması" olan "Arog" filmi de temel düşüncemizi değiştirmedi: Bunlar sinema sanatının ürünleri değil, sinemanın olanaklarından yararlanarak filme çekilmiş birer "Cem Yılmaz Show" örnekleridir... Cem, sahnede "minimalist" bir gösteride tek başına yapması mümkün olmayan "gag"ları böyle gerçekleştiriyor.
Ve de güldürüyor tabii... Çocuk da bundan daha "ulvi" bir amaç peşinde değil... Diyor ki, kardeşim, bol bol güldün mü, mutlu musun, işletmeci mutlu mu, frigocu gazozcu mutlu mu, sen ondan haber ver!
Birkaç yıl sonra karşımıza "Arif Işık Adolf Hitler'e Karşı" adında bir filmle de çıkabilir, peşinden "Arif Bizans Zindanlarında" falan da gelebilir, gene tartışırsınız, bu sanat mı değil mi? Cem de kıs kıs gülüp paraları sayar ve yeni bir Ferrari alıp keyfine bakar.
O köşeyi dönecek, siz de, örneğin, toprağı bol olsun Heath Ledger'in "Şövalye" filmindeki "ortaçağa uyarlanmış futbol gırgırını" unutup "taş devrinde futbol olur mu" diye şaşacaksınız... Neyse ki, ülkemizde ortalama eğitim düzeyi ilkokul dördüncü sınıf olduğundan "taş devrinde dinozor olur mu" sorusu kimsenin aklına gelmeyecek. Mesele de burada işte, Yeşilçam filmi seyredip ağlayan "uzaylı prenses" olursa, eşcinsel robot olursa, sucuk ağacı olursa, futbol amigosu maymun da olur, niçin olmasın?
Asıl şunu tartışalım: Arif Işık tipini seyircimiz neden çok sevmiştir?
Esmer, ince bıyıklı, tıknaz ve çok küfürbazdır, ondan mı?
Hem ondan, hem de çıkarcı, üçkâğıtçı, kaytarıcı, çokbilmiş ve kurnaz olduğundan.
Hani, ulusal kahramanlarımızdan Nasreddin Hoca ve Keloğlan gibi!
Ama gene de kendince iyi kalpli tabii.
Dükkâncı, halı satıyor, yani kendi işini kurmuş (arada turist karıları da götürüyordur), yani "esnaf" zümresinden, sıkıyı gördüğü zaman boyun eğmeyi, umulmadık zamanda başkaldırmayı biliyor, hiçbir temel ahlak değeri yok. Küçük insan.
Arif Işık, günümüz Türkiyesi'nde çok yaygın bir tip olan "kasaba kökenli ve cahil ama saldırgan lumpen" tipinin mükemmel bir örneğidir.
Köylümüz nasıl merhum Kemal Sunal'ın oynadığı "salak ama kurnaz ve şekilsiz" tiplerde kendini bulduysa, iyi kötü cebi para görmüş lumpenimiz de Arif'te kendini buldu.
Fakat bir başka lumpen tipi, Ferhan Şensoy'un oynadığı "saf, abazan ve umarsız" lumpen tipi bu arada gürültüye gitti.
"Pardon" filmindeki İbrahim tipi, temelde dürüst ve namuslu, ama elinden hiçbir iş gelmeyen, hiçbir baltaya sap olamayan, körkütük cahil ama hafiften de solcuydu... Arif herşeye kuşkuyla yaklaşıyor, o herşeye inanıyordu.
Arif ve İbrahim, lumpenin iki ayrı çeşidi, iki ayrı ve zıt örneğidir.
Arif bir "winner", İbrahim de bir "loser", Amerikan hayranlarının deyimiyle...
Bir paranın iki yüzü gibi, "yurdum insanının" iki ayrı görüntüsü.
Elbette Arif kazanacaktır. Gelecekteki Türkiye, Arif'in Türkiyesi'dir.
Bakınız Cem nasıl kazanıyor, eski arkadaşları dergiciler nasıl debeleniyorlar, anlayınız.