Günlerdir ünlü bir kebapçının oyun odasında, üç buçuk yaşındaki yeğeni YK'nin yüzüne, diş macunu tüpüne doldurduğu asidi atarak yaralanmasına yol açan Cihan Araçman'ı (34) konuşuyoruz.
Araçman ifadesinde şöyle demiş: "Aynı yaşta benim de oğlum var. Ancak ailemde hiç kimse oğlumla ilgilenmiyordu. Hep YK ile ilgileniyorlardı. Bu bende kıskançlığa neden oldu. Amacım onu küçük düşürmek, itibarsızlaştırmaktı."
Bu klişe anlatım, olaydaki düğüm olmuş ruhsal bozukluğu sergilemeye yetmiyor.
Araçman'ın asıl istediği kendi oğluyla da ilgilenilmesi, ona da sevgi gösterilmesi. Yani önce bir "gıpta" hissiyle karşı karşıyayız: "O seviliyor, benim ki de sevilsin."
Gıptanın formülünde düşmanlık yoktur. Gıpta adaleti (eşitliği-denkliği) yoklukta değil varlıkta arar: "Onun var, benim de olsun."
Sonra "Peki, niye sevilmiyor" aşamasına geçiyor. Bu noktada kendi oğlu ile yeğenini güzellik, sevimlilik, albeni açısından karşılaştırıyor: "Benimki onun kadar güzel değil. Demek ki hiçbir zaman sevilmeyecek."
Böylece yoğun gıpta, yoğun kıskançlığa dönüşüyor: "Eğer varlıkta eşitlenmiyorsak, yoklukta eşitlenelim. Madem benim oğlum ailede sevilmiyor, yeğenim de sevilmesin."
Dozu artan kıskançlık, yıkıcı olmaya başlar: "Benim olmuyor, onun da olmasın." Böylece hedef, düşmanlaştırılmış olur. Düşman da yok edilmelidir.
Seri katil benzeri
Araçman'ın bu "eylemi" son derece planlı bir şekilde yapması... Asidi attıktan sonra da, sanki hiçbir şey olmamış gibi sofraya gelip yemeğe devam etmesi... Benim aklıma seri katilleri getiriyor. Seri katillerdekini andıran bir ruh hali ile karşı karşıyayız...
Araçman uluslararası bir teknoloji şirketinde pazarlama müdürü olarak çalışıyor. Yani normalin üstünde bir zekaya ve insan ilişkilerini idare etme becerisine sahip.
Zaten saldırıyı ince ince planlaması, zekasının yüksekliğini... Sonra da hiçbir şey olmamış gibi dört gün boyunca hayatına devam etmesi, kendini kontrol etme gücüne sahip olduğunu gösteriyor.
Böyle bir insandan, yeğenine karşı beslediği vahşi duyguları denetlemesi beklenir. Ama yapamıyor işte. Onun yerine, nitelikli seri katillerde rastlanan, "baskıyla yaşayacağına, yok et, rahatla" fazına geçiyor.
Çocuk üzerinden rekabet
Tabii olayın bir de sosyolojik-antropolojik boyutu bulunuyor. Geçen gün mizah sitesi Zaytung esprisini yapmıştı:
"İlk çocukları dünyaya gelen Emer çifti, önümüzdeki beş yıl başka bir konuda konuşmayacaklarını basına bildirdi."
Anneler-babalar, abiler-ablalar, teyzeler- halalar, amcalar-dayılar, dedeler-nineler... Kendilerini ailenin bebeklerini ve küçük çocuklarını ilgi bombardımanına tutmakla yükümlü hissediyor. (Buradaki kritik nokta, sadece çocuğu sevmek değil, sevdiğini de "karşı tarafa" göstermek elbette.)
Aile içindeki adı konmamış bu sevgi yarışı... "Agucuk'larla", "hanimiş'lerle" başlayıp, "anneannesine gel", "babaannesine koş" çığlıklarıyla devam ediyor.
Her rekabette olduğu gibi burada da kazananlar ve kaybedenler oluyor. Kazanan taraf belli: Reklamlardakine benzeyen, güzel ve zeki çocuklar ile onların gururlu ebeveynleri...
Cihan Araçman olayı, hakkında doktora tezi yazılacak bir ruhsal bozukluk vakası. Ayrıca "Türk ailesinde çocuk üzerinden rekabet" başlıklı master tezleri de yazılabilir.