Yazar Çetin Altan dün 88 yaşında vefat etti: Nur içinde yatsın.
"Sadece yazar değildi ki gazeteciydi, romancıydı, şairdi, siyasetçiydi" diyeceksiniz. Doğru ama o kendini yazıyla tanımlardı. "Yazmadan yaşayamayan adam" idi Çetin Altan...
İyi yazar her okuru için farklı bir anlam ifade eder. Kimisi için Altan mecaz üstadıydı. Kimi duvar yazısı tadındaki veciz cümleleriyle mest olurdu.
Bense Çetin Altan'ın, "taze bakış açıları" yakalama çabasına hayrandım. Ulus devlet ya da kıskançlık, ileri teknoloji ya da sabah kahvaltısı... Konu ne olursa olsun, her yazısında en az bir kere, "vay canına, hiç böyle düşünmemiştim" dedirtirdi.
Eski köye yeni adet getirmeye çalışanlardandı. Eğer fırsatını bulursanız "Ben Milletvekili İken..." adlı kitabını okuyun. Türkiye İşçi Partisi milletvekiliyken (1965-1969), TBMM'de yaşadıklarını anlatır ki maalesef bugün de Meclis'in hali çok farklı değil.
Vergilerimizi lüpletenler
İşte bir tanesi... Çetin Altan, Meclis'e girdiğinde ilk fark ettiği şeylerden biri lokantasının çok ucuz olmasıdır. Bütçe görüşmeleri sırasında bunu dile getirmesi, iktidardaki Adalet Partisi milletvekillerini deliye döndürür. "Ulan namussuz, kendin içmiyor musun" diye bağırırlar.
CHP'li bir arkadaşı onu şöyle uyarır: "Hepimiz ne de olsa burada aynı tekkenin içindeyiz. Dövüşürüz, kavga ederiz, hırlaşırız ama yine de kendimize ait meseleler kendi aramızda kalmalı."
Aslında Meclis lokantasının ucuzluğu, devede kulak bir mesele... Seçmen bir derdi olduğunda soluğu Meclis'te alır. Tekrar seçilmek isteyen milletvekili de, hemşerisine hiç olmazsa bir çorba ısmarlamak durumundadır. (1965'te 25 kuruş olan çorba, bugün bir lira.)
Asıl önemlisi parlamenterlerin avanta lavanta vaziyetleri... 50 yıl önce ucuzun ucuzu krediye yumulurlarmış... Şimdi dört ayda sadece 32 saat çalışmaları karşılığında, dört yıllık sosyal sigorta primleri Meclis bütçesinden (yani bizim vergilerimizle) ödeniyor. Altan'ın "hazineden geçinenler" dediği canlı türüne bir örnektir.
Neyse, geçelim... Çetin Altan her dönem slogan olan, şiar edinilen özlü sözler ortaya atmıştır. Mesela son dönemde sıkça tekrarlanan, insanlara umut aşılayan, moral gücü veren "enseyi karartmayın" lafı...
31 yıl... Dile kolay!
Şahane bir söz! Ama ne yazık ki enseler çoktan kayış oldu. Nasıl olmasın? Eğer Çetin Altan hayata veda etmeseydi, bugün bir CHP milletvekilinin "Teröristle masaya oturanın milletle ilişkisi kalmamıştır" şeklindeki MHP frekansındaki lafını ele alacaktım.
Peki, kardeşim, masaya oturmadan bu sorunu nasıl çözeceksin; söyleyiver de öğrenelim. Eğer "Öldürürüm olur biter" diyorsan... Tamam da zaten 31 yıldır askerinle, polisinle, korucunla bunu yapıyorsun; hâlâ bitmedi.
Üstelik öldürürken, ölüyorsun da. Toplam 40 bin civarındaki ölünün, 10 bine yakını "bizim" taraftan; buna ne diyeceksin?
Asıl merak ettiğim, Yüce Meclis, bir liraya çorba içerken böyle ahkâmlar doğrayan beyefendilerle ve hanımefendilerle doluyken... Söyler misiniz; bu sorun nasıl çözülecek?
"Sen yine de Çetin Altan'ın anısına, enseyi karartma" mı diyorsunuz? Peki.