Haberi biliyorsunuz: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Küresel Politika Forumu'na katılmak üzere Rusya'ya giderken uçakta gazetecilere PKK hakkında değerlendirmeler yaptı.
Şöyle diyor Cumhurbaşkanı: "Örgütün son politikaları akıl yoksunu ve akrebin kendi kendini sokması gibi... Bunların ne Kürt meselesi, ne de Doğu Anadolu'daki vatandaşın hak ve hukukuyla hiçbir ilgisi yok..."
Cumhurbaşkanı ayrıca çözüm yolunda ilerlerken, özgüven içinde hareket edilmesinin ve demokratik standartların yükseltilmesinin önemine değiniyor.
"Bir nokta hariç" bunlar son derece doğru saptamalar ve öneriler...
***
Gerçekten de
PKK ve şürekâsı, Kürt sorunundan kopmuş durumda. Kendileri için iktidar istiyorlar. "Hele biz yönetime geçelim, gerisi kolay" diyorlar.
Dağdan bir
"suçlu" gibi değil, bir
"kahraman" gibi inmeyi ve "özerklik" ilan ettikleri
Güneydoğu illerindeki yönetim koltuklarına oturmayı hayal ediyorlar.
Aslında bunlar "olağan" beklentiler: Dağa çakan her siyasi-ideolojik hareketin tasavvurunda böyle bir
"son zafer günü" vardır.
Mao'nun, Castro ile Che'nin, Tito'nun başarılı deneyimleri bu "son kavga" imgesini destekler.
***
Nâzım Hikmet o hayali,
"Sesini Kaybeden Şehir" adlı kitabında yer alan,
1930 tarihli
"Belki Ben" başlıklı şiirinde gayet etkileyici biçimde anlatır:
Belki ben/ o günden/ çok daha evvel:/ köprü başında sallanarak/ bir sabah vakti gölgemi asfalta salacağım./ Belki ben/ o günden/ çok daha sonra:/ matruş çenemde ak bir sakalın izi/ sağ kalacağım...
Ve ben/ o günden/ çok daha sonra;/ sağ kalırsam eğer,/ şehrin meydan kenarlarında yaslanıp/ duvarlara, / son kavgadan benim gibi sağ kalan/ ihtiyarlara / bayram akşamlarında keman/ çalacağım...
Etrafta mükemmel bir gecenin/ ışıklı kaldırımları/ ve yeni şarkılar söyleyen/ yeni insanların/ adımları..."
(Matruş: Tıraşlı.)
***
Kürt ulusalcı hareketi, bu hissi, bir tutam da olsa,
Habur Sınır Kapısı'nda yaşadı. Ve çok hoşlandı!
Örgütü destekleyenler tarafından karşılandı
Kandil'den gelen militanlar: Davul, zurna, zılgıt ve halaylarla...
PKK'yı, Kürt sorunundan uzaklaştırıp,
"bölgede iktidar olmayı" yeniden gündemine almasını sağlayan olaylardan biridir Habur karşılaması...
1871'deki
"Paris Komünü" olayı nasıl solculara
"Komünist bir düzen kurulabilirmiş" inancını aşıladıysa... Habur karşılaması da, PKK'ya
"Başarabiliriz" duygusunu verdi.
Ondan sonra da PKK için Kürtlerin somut sorunlarıyla, kimlik meseleleriyle ilgilenmenin bir gereği kalmadı.
***
Yazının başında
"bir nokta hariç" demiştim... Artık ona gelebiliriz:
Ben Cumhurbaşkanının, PKK'yı
'akrep'e benzetmesini anlayamıyorum. Bence örgüt hiç de
"kendini yok etme" sürecinde değil...
PKK
27 yıldır devletle savaşıyor. Bugüne kadar
30 binden fazla militan öldü ama dağa çıkışları, örgüte katılışları Hükümetler engelleyemedi.
Ayrıca örgütün yabancı ülkelerle çeşitli bağlantıları var: Nasıl uzun yıllar
Suriye tarafından desteklendiyse... Türkiye ile
İsrail arasında gerginlik çıktığında da PKK saldırılarının artması beklenebilir.
Akrep,
yarasa,
akbaba,
çakal... Ben
"lider" konumundaki siyasetçilerin yaptığı bu tip benzetmelerin, kitlelerde
eksik, hatta
yanlış algılar oluşturduğunu düşünüyorum.
PKK komutanları,
"Ne kazandıksa silahla kazandık" diyerek azimle savaşı sürdürüyor işte... Acı gerçek bu!
Algı kaydıran benzetmelerle, geçici ferahlamalar sağlama yerine, tam da gerçeğe odaklanmalıyız.
Not: Akrebin ateşle sarıldığında, kendini sokması ise tartışmalı bir bilgi, hatta sanırım bir şehir efsanesi...