Ben '78 Kuşağı' diyenlere katılmam. Onun yerine '77 Kuşağı' tabirini kullanırım. Çünkü '78 Kuşağı' sözü, '68 Kuşağı'ndan ilham alarak ve onun gölgesinde ortaya atılmıştır. Halbuki 1978 yılının, 1968 gibi bir özelliği yoktur. Buna karşılık, 12 Eylül 1980 darbesiyle ve bu arada bazı tahminlere göre 5 bin kişinin ölmesiyle sonuçlanacak olan sürecin başlangıcı 1 Mayıs 1977'dir.
İşçi Bayramı kutlamaları için İstanbul Taksim'de toplanan on binlerce insanın üstüne, Sular İdaresi ve InterContinental (şimdiki 'The Marmara') otelinden ateş açıldı. Kimi vuruldu, kimi çıkan panikte ezildi. Sonuçta 36 kişi (kimi kaynaklara göre 34) canından oldu.
O günden sonra Türkiye'de hiçbir şey yolunda gitmedi: Ekonomi ve toplumsal hayat tepetaklak oldu. Hem halk, hem de devlet teşkilatı (mesela polis) sağ ve sol diye iki kampa bölündü.
Kimi samimi 'ülkeyi kurtarmalıyım' telaşıyla, kimi 'aradan sıyrılıp bir avanta yakalayabilir miyim' hesabıyla, kimi de düpedüz 'görev alarak' silaha sarıldı.
Aynı tabancayla, sabah saatlerinde bir solcunun, öğleden sonra ise bir sağcının öldürüldüğü günlerdi.
Sonra Genelkurmay Başkanı Org. Kenan Evren bir 'kurtarıcı' olarak ortaya çıktı. Ordu hem kendi kafasına, hem de uluslararası sistemin taleplerine göre düzeni yeniden kurdu.
1977'den 2007'ye geçen 30 yılda, 'Kanlı 1 Mayıs'ın kimler tarafından yapıldığı resmen belirlenemedi.
Dönemin kalburüstü siyasetçileri, Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit, sonraki yıllarda başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı gibi gayet önemli pozisyonlara gelmelerine karşın bu konuda kıllarını kıpırdatmadılar.
O döneme ilişkin doğrudan sorumluluğu olmayan, Turgut Özal, Tansu Çiller ya da Mesut Yılmaz gibi siyasetçiler de farklı davranmadı. Kanlı 1 Mayıs'ın üstü örtüldü. Sorumlular ortaya çıkarılmadı. Olay unutulmaya terk edildi.
Elli, altmış yaşlarındaki insanların, 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlamak için ısrar edişini, bazılarının bu yolda coplanmayı göze alışını günümüzün gençleri anlamakta zorlanabilir. 'Amca, teyze ne işin var burada' diyebilirler.
Halbuki 'Kanlı 1 Mayıs' gerçekten kanlıdır. O kuşağın içindeki kapanmaz bir yaradır.
Olayın bir başka acı yanı da nedir biliyor musunuz?
Mayıs 1977'de ilk büyük adımını atan süreç sonucunda ortaya, 1982 yılında, abuk sabuk bir dille kaleme alınmış, 'temel kanun' olmaktan ziyade 'ceza kanunu' rolüne soyunmuş, demokrasiyi ruhunda değil sadece lafında barındıran bir Anayasa çıktı.
Şimdi biz, günümüzün darbecilerine, hukuk ve mantık canilerine, siyaset fesatçılarına karşı, işte o Anayasayı savunmak zorunda kalıyoruz.
Tarihin cilvesine bakın!
***
Bu vesileyle İstanbul Valisi Muammer Güler ve Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah da bir çift lafı hak ediyor:
30'uncu yıldönümünde, hele şu Cumhurbaşkanlığı tartışmaları esnasında, 1 Mayıs'ın gergin geçeceğini aylar önceden biliyordunuz.
Nedir o, 'güvenlik tedbirleri' adı altında, Boğaz Köprüsü trafiğini tıkamalar, TV kameralarını engellemeler, sıradan vatandaşların ve turistlerin gezdiği alanlarda dahi gaz bombası kullanmalar?
Siz tecrübeli yöneticilersiniz. Kitle psikolojisini gayet iyi bilirsiniz. Kimin maraza çıkarmak istediğini, kimin sağduyulu davrandığını şıp diye anlarsınız. Şu işi ağzınıza yüzünüze bulaştırmadan yapamaz mıydınız?
Bal gibi yapardınız!
Belli ki istemediniz.
'2007 Kuşağı'nı oluşturan gençler de 1977'de babalarının, annelerinin nasıl bir hunharlığa maruz kaldığını bir nebze olsun anlamış oldu. Ne yazık ki