SABAH Genel Yayın Yönetmeni Erdal Şafak, Samos Adası'na yaptığı kısa gezi sonrasında, çok çarpıcı dört köşe yazısı kaleme aldı. Erdal Şafak'ın yazılarında, herkesin dikkatini çeken bir isim vardı: Yannis Papageorgiou. Biz de Yannis'le Samos'ta buluştuk. Karşımıza, neşeli, çok renkli bir eski dost çıktı. Atina'da iş hayatını sonlandırdıktan sonra, 20 yıldır Samos'ta butik bir otel işletiyor. Güzel yürekli adam. İstanbul'u o kadar çok özlüyor ki; neşesinin altında kazıdığımız hüznü hiç bitmiyor. SABAH Genel Yayın Yönetmeni sevgili Erdal Şafak, tam bir iş delisi olarak, artık iyice yorulmaya başladığında, biraz da değerli eşi İclal ablanın ısrarıyla, her yıl temmuz ayında kısa bir tatile çıkar. Alaçatı'daki yazlığına gelir.
Erdal Ağabey, Alaçatı'ya geldiğinde, baba yadigârı yıllanmış bir dostluğun güzel şemsiyesi altında, ailece bir akşam yemeğinde buluşmak sevdiğimiz ritüeldir. Bu keyifli ritüeli bir kez daha yerine getirirken, söz döndü dolaştı Yunan adalarına geldi. Erdal Şafak, adalara yabancı. Sohbet sonunda, birlikte gitme fikri doğdu. Aslında o 'Sakız' demiş. Ama ben yanlış anladığım ve organizasyonu da öyle yaptığım için, birlikte 36 saatliğine Samos'a gittik.
'İÇİMDE BİR BOŞLUK KALDI'
Aynı zamanda çok iyi bir gözlemci olan Şafak, izin sonrası üst üste tam dört ayrı yazı kaleme aldı. Elbette onu bu kadar renkli ve çarpıcı yazmaya kışkırtan, yazılarında anlattığı kadar renkli bir adam olan Samos'ta tanıdığı Yannis Papageorgiou'ydu. Sonuçta sevgili Şafak, Yannis ile yapılacak bir röportajı 'farz' görünce, ben de fotoğraf ustası sevgili Kutup Dalgakıran ile birlikte soluğu yeniden Samos'ta aldım. Yıl 1964. Yannis 21 yaşında, güzel giyinen, genç kızların gözdesi, çocukluğunda hem çalışmış hem okumuş, kendisini yetiştirmiş, bıçkın bir İstanbul delikanlısı. Ama hayat, özellikle de katı politika, bazen bıçkınlık dinlemiyor. Yunanistan ile Türkiye arasındaki o dönemin gergin koşulları 100 bine yakın Rum'un 'sürgünlüğünü' gündeme getiriyor. Önce Yannis ayrılıyor çok sevdiği İstanbul'dan. Tarih 6 Eylül 1964. Serin bir eylül akşamı. Yannis, İstanbul'dan kalkan eski ve dökük bir otobüse biniyor.
Ne hissettin? - İçimde çok büyük bir boşluk hissettim. İstanbul'da son olarak İngiliz Sefareti'nin arkasında, Aynalı Çeşme Samancı Ferhat Sokağı'ndaki Ayşe Selim Apartmanı'nda oturan ve bugünlerin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın komşusu olan Yannis'in içindeki boşluk hep kalıyor. Ne yapsa, o boşluk dolmuyor. Çünkü diyor ki; "Ünalcığım, insan doğduğu yeri hiç unutmaz." "Özlüyor musun?" diye soruyorum; "Ah" diyor; "Büyük aşk benimkisi. Ne zaman İstanbul'un o güzel yürekli insanları aklıma gelse, içim sessizce ağlıyor."
YOKLUK İÇİNDE BÜYÜMÜŞ
Babasının adı, Andrea. Annesi ile karısının adı aynı, Sofia. Çok fakir fukaraymış ailesi. "Babam" diyor Yannis; "Atina'nın 300 km uzağındaki Karpenisi'den İstanbul'a geldiğinde, yıl 1927. Hem de çıplak ayakla gelmiş İstanbul'a..." Annesi 1911, Marmara Adası doğumlu, Rum kökenli ama Türk tebaalı. O bir de yetim, üstelik çok yoksul. Yannis bu yoksulluğu tarif etmek için, annesinin çocukken başından geçen bir olayı anlatıyor: "Annem Marmara adasında öylesine yoksul ki. Bir gün yolda giderken, açlıktan bayılıyor. Yanındaki çukura düşüyor. Sonra nasıl oluyorsa Allah ona yardımcı oluyor. Sanki bir uzo kokusu duyuyor gibi oluyor ve kendine geliyor." Sonrasında yıllar yılları kovalıyor. Andrea ile Sofia; iki âşık, aynı zamanda iki güzel yürekli yoksul, evleniyorlar. Yannis ile birlikte üç kardeş dünyaya geliyor. Anne Sofia, evlere temizlik işinde. Baba Andrea, bakkal çıraklığından garsonluğa terfi ediyor. Tarabya'nın, Yannis'in deyimiyle "pırıl pırıl restoranlarında" garsonluk yapıyor. Annesi, babası, kardeşleri sonuna kadar kalmışlar; Yannis'den bir yıl sonra gelmişler Atina'ya. Aniden içime oturan şu cümleyi ediyor: "1965'te tam olarak kovdular bizi."
'KAZANDIĞIM PARAYI TUTTUM'
İstanbul'da delikanlılığı sırasında yaptığı işler arasında, bahçıvanlık, gazete dağıtıcılığı var. Ama altın devrini, kolonyacılık yaparken yaşamış, para kazanmanın tadına ulaşmış. Ver elini Atina dedikten sonra ne oldu peki? Atina'da da hem okumuş hem çalışmış. Ticaret Akademisi'ni bitirmiş. 1966'da Unilever şirketine iş başvurusu yaptığında, 37 kişi arasından seçmişler. 26 yıl sürmüş Unilever macerası. "Çok çalışıyordum Ünalcığım. Öyle ki bazen tam 36 saat hiç uyumadan çalıştığım olurdu. Öyle çok para kazandım ki, çuvalla sanki. Ama parayı tuttum, parayı kazanmak değil, tutmak zordur." Bugünlerde Paris'te psikoloji doktorası yapan evli kızı Maria'ya da, güzel bir daire almış. İçi rahat. Parasını güzel güzel harcıyor. Zaten Samos adasındaki Kedros adlı 18 odalı minik, sevimli, tertemiz otelinde de, son üç yıldır müşterilerini seçerek alıyor Yannis. Yani kışları Atina'da yaşayan Yannis, yazları ise bedeli biraz pahalı olan bir tatil yapıyor adada yedi ay. İstediğini alıyor oteline, istemediğini almıyor. "Türkler gelince ne hissediyorsun?" diye soruyorum. "Ah işte kendimden geçiyorum o zaman" diyor. Bir tek Türklere itirazı yok. Gerçekten de "olduğu gibi" Yannis. Arada tatlı küfürleri bile esirgemiyor. Roman kahramanı gibi. Ünlü bir artistten söz ediyor bir ara. Adını söylemiyor. Ketum bir de. O artistin anneannesi onun öğretmeniymiş. "Öyle çok şey öğretti ki" diyor; "İçimden doğru bir insan çıkardı." "Sevdiğin ilk kızı anlatsana!" diyorum, "Anlatamam." diyor.
Ne yani, Türkiye'de bir aşk yaşamadın mı?
-Yaşadım ama öyle büyüktü ki anlatamam. Hem okursa, bir de bakarsın incinir bana.
Eşin Sofia'yı ne zaman tanıdın?
-18 Ağustos 1968'te İstanköy'de bir bisikletin üstündeydi. 1971'de evlendik zaten. Tam 40 yıldır evliyiz. Evlenmeden önce 'kıskançlık' istemem dedim. Anlaştık, sessiz, huzurlu, güzel bir evliliğimiz oldu. Bizde ayrılık hiç olmaz. Ayrılık ölümle olur. O da ayrılık değildir.
KADERİYLE BARIŞIK
Açlığı da gördün, sürgünü de, bazen kaderine kızdığın oluyor mu?
- İnsan kaderiyle barışık olmalı, yoksa hayat akmaz... Yannis kaderini seviyor. Ama içindeki boşlukta biraz 'vatansızlık' duygusu hâkim o sürgün insanlarının. Çünkü 1964 sürgünlerini, Yunanistan'da da çok sahiplenmediler aslında. Onlara "Turkos" diye seslenirlermiş Atina'da. "Doğru mu?" diye soruyorum. "Doğru olmaz mı be yahu... Hem Turkos derlerdi hem de Türk tohumu." Bunca imkânı var, iyi paralar kazanmış ama 47 yıldır sadece iki kez gitmiş İstanbul'a: "Çok istiyorum. Ama gidemiyorum bir türlü. Hani bir kadını çok sevmişsindir. Ama o artık senden ayrılmıştır. Nasıl görmek istersin. Ama ona bir türlü gidemezsin. Çünkü onu kucaklayamayacaksın. Olmuyor, sanki ayaklar geri gidiyor. Benimki öyle bir şey işte." Bir de Zeki Müren aşkı var: "Zeki Müren'i Tepebaşı Gazinosu'nda dinledim ilk kez 12 yaşında. Ne güzeldi sesi. 'Şarap mahzende yıllanır' şarkısıyla başlardı konsere. 2010'da Bodrum'da Zeki Müren Müzesi'ne gittim. Durdum, baktım şöyle bir, sonra huyum değildir ama çok ağladım..."