Fenerbahçe için iyi oyun, pas yüzdesi, topa sahip olma gibi futbol kriterlerinin hiçbir hükmü yoktu bu 90 dakikada. Kazanmak, "yeniden" demek anlamına gelecekti. İstanbul'a galip dönmek, bir sonraki maç için yelkenlerin rüzgarla dolmasıydı. 21'de 1-0'ı yakaladıktan sonra yapabilecekleri en iyi şeyin peşine düştüler; mücadele etmek. Bursaspor'un altyapıdan getirdiği gençleri öyle sert baskı uyguladılar ki; Fenerbahçe oyuncularının parlak pulları da tek tek dökülmeye başladı. Bu kadar basit top kaybı, iki pası üst üste yapamadan, yanındakine topu aktaramadan, sürekli topun peşinde koşmak zorunda kaldılar. Samet Hoca, "Biz takım olduk" derken, bu üstünlük ile haklılığını da koyuyordu sahaya. Orta saha teslimiyetine eklenen çaresizlik, Fenerbahçe'yi her saniye oyundan veya oyun aklından aldı-götürdü.
90 dakikanın hikâyesinde "oyunu değiştirir" diye düşündüğümüz Ersun Yanal'ın kendi inadında hapis kalması da vardı. Tek ön libero ile üstünlüğü yakaladıktan sonra orta sahayı rakibe teslim ettiğinin farkına varmasına rağmen Jailson ile bölgeyi ikilememesi anlaşılır değil. Önde baskı istiyor ama bu oyunu beceremeyen oyuncular ile bunu yapmaya çalışıyor. Akıntıya kürek çektiğinin farkına bile varamadı, seyretti tüm maçı. Oyuncuların sıradanlığı Ersun Yanal'a da bu maçta bulaştı.
Kimse Fenerbahçe'nin harikalar yaratacağını beklemiyordu bu maçta. Ancak direnç göstermesi, en azından doğru pozisyonla Bursaspor'un baskısına cevap vermesi gerekirdi. Eğer oyun aklıyla, oyuncu kalitesini Fenerbahçe'nin üstüne çıkarabiliyorsa Samet Aybaba, kenardaki adamın da şikayet etmekten vazgeçmesi lazım. Çünkü karşısında transfer yasağı olan, kazanmak adına yaptığı üç hamleden de verim olan, oyunu riske etmesine rağmen de rakibi kalesine getirmeyen bir takım vardı. Eğer adaletten bahsediyorsak, 90'da gelen gole rağmen yazık olan Bursaspor'un kaçan iki puanıdır.