Bir sâın yarısı tutarındaki ölçü birimine de kıst denmektedir. Aynı kökten iksât "âdil olma", kast ve kusût "zalim olma, haksızlık etme", kāsıt "zalim, haksızlık eden", muksıt "adaletli, herkese hakkını ve payını âdil bir şekilde veren" anlamındadır. Yine aynı kökten taksît, "borcu belli zaman dilimlerinde ödenmek üzere eşit miktarlara ayırma" demektir (İbn Düreyd, III, 26-27; Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, "ḳsṭ" md.; Lisânü'l-ʿArab, "ḳsṭ" md.).
Kur'ân-ı Kerîm'de kıst kelimesi on beş âyette geçmekte, on âyette de farklı türevleri kullanılmaktadır. Kıst, ilgili âyetlerin tamamında "adalet" mânasına gelmekte veya ona yakın anlamlar ifade etmektedir. Bu âyetlerin bir kısmında âhirette Allah'ın insanlara adaletle (bi'l-kıst) muamele edeceği bildirilir (Yûnus 10/4, 47; el-Enbiyâ 21/47). Mâide sûresinde (5/8) İslâm'ın temel ahlâk ve hukuk ilkelerinden biri şöylece beyan edilmektedir: "Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu takvâya daha uygundur. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır." Benzer bir ilkeyi ortaya koyan Nisâ sûresinin 135. âyetinde yine müminlere hitap edilerek kendilerinin veya ana babalarıyla akrabalarının aleyhine bile olsa adaletten asla sapmamaları, Allah için şahitlik etmeleri, bu konuda zengin fakir ayırımı yapmamaları, duygularına uyup adaletten ayrılmamaları emredilmektedir. Bu âyette kıst kelimesiyle adl kökünden bir fiilin aynı bağlamda kullanılması iki kelime arasındaki anlam birliğini göstermektedir. Âyette şahitlik örneğinde, hukukî ve ahlâkî tutumların ve işlemlerin yürütülmesinde akrabalık, zenginlik yoksulluk gibi duygusal ve sübjektif ilişkilerin değil adaletin ve insanların yapıp ettiklerini çok iyi bildiği hatırlatılan Allah'a karşı sorumluluk duygusunun esas alınması gerektiği bildirilmektedir. Kurtubî'nin verdiği bilgiye göre İslâm'ın ilk dönemlerinde Allah korkusu ve güzel ahlâk yaygın olduğundan yakın akrabaların birbirleri hakkındaki şahitlikleri kabul ediliyordu. İslâm topluluğu sosyal ve kültürel değişmelere uğradıkça bu tür şahitliklerin geçerliliği tartışılmaya başlandı; nihayet akrabalık ilişkileri ve menfaat sebebiyle adaletten sapma ihtimalinin güçlü bulunduğu durumlarda birçok müctehide göre şahitlik geçerli sayılmadı (el-Câmiʿ, V, 411). Fahreddin er-Râzî, Âl-i İmrân sûresinin 18. âyetinde âlimlerin niteliği olarak bildirilen "kāimen bi'l-kıst" deyimini açıklarken Hasan-ı Basrî'nin, korkulu zamanlarda da emir bi'l-ma'rûf nehiy ani'l-münker görevinin yerine getirilmesi gerektiğine bu âyeti delil gösterdiğini kaydeder; ayrıca, "Cihadın en değerlisi zalim yönetici karşısında hakkı söylemektir" (Ebû Dâvûd, "Melâḥim", 17; Tirmizî, "Fiten", 13) meâlindeki hadisi de bu görüşün doğruluğuna delil olarak zikreder (Mefâtîḥu'l-ġayb, VII, 215). Bazı âyetlerde kıst kelimesi mîzanla birlikte "tartıyı adaletle yapmak" anlamında geçmektedir (meselâ bk. el-En'âm 6/152; Hûd 11/85; er-Rahmân 55/9). İki âyette "zalim" mânasında kāsıt (el-Cin 72/14, 15), üç âyette "âdil davrananlar" mânasında muksıt kelimesinin çoğulu (muksitîn) kullanılmıştır (el-Mâide 5/42; el-Hucurât 49/9; el-Mümtehine 60/8). Son âyette Allah'ın müslümanlara, anlaşmalı oldukları gayri müslimlere karşı adaletli davranmaları hususunda bir yasak koymadığı, O'nun âdil olanları sevdiği bildirilmektedir. İki âyette "tartı, terazi" anlamında geçen kıstâs ile (el-İsrâ 17/35; eş-Şuarâ 26/182) bunun farklı okunuşları olan kustâs ve kustân kelimelerinin aslının Yunanca olduğu belirtilir (İbn Düreyd, III, 26-27; Buhârî, "Tevḥîd", 58; İbn Âşûr, III, 187).
Kıst ve bu kökten türeyen kelimeler belirtilen anlamlarda hadislerde de geçmektedir. Özellikle Hz. Îsâ'nın nüzûlüne dair çeşitli rivayetlerde "imâmen muksıtan ve hakemen adlen", "imâmen adlen (âdilen) ve hakemen muksitan" gibi ifadelerle adl (âdil) ve muksıt kelimelerinin birbirinin yerine kullanılmış olması (Wensinck, "ḳsṭ" md.), kıst kelimesinin adaletle eş anlamlı olduğunun bir kanıtı şeklinde değerlendirilebilir. Bazı hadislerde muksıt "esmâ-i hüsnâ"dan biri olarak da geçmektedir (İbn Mâce, "Duʿâʾ", 10; Tirmizî, "Daʿavât", 82).
Kaynak: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ