Herhangi bir alanda birleştirilip bire indirgenemeyen iki karşıt ve bağımsız ilkenin varlığını ileri süren bu anlayış Batı dillerinde düalizm (Fr. dualisme), Türkçe'de ikicilik kelimesiyle karşılanmaktadır. Kaynaklarda bu anlayışı benimseyenler ashâbü'l-isneyn, ehlü'l-isneyn, ehlü't-tesniye terkipleriyle ifade edilmektedir.
Grek felsefesinde madde ve ruh ikilemini dile getiren Anaxagoras ilk düalist düşünür kabul edilmekle birlikte felsefede düalist anlayış Sokrat öncesi dönemde görünüş-hakikat, Eflâtun'un varlık anlayışında ezelî ve ebedî ideler-değişken varlıklar, Ortaçağ'da ise Tanrı-ölümlü insan karşıtlığında da görülür. Epistemolojide özne-obje ve duyu-duyumlanan, metafizik düşüncede Tanrı-âlem, ruh-madde ve iyi-kötü ikilemi söz konusu iken mantıkta geçerli-geçersiz, doğru-yanlış, ahlâkta iyi-kötü gibi karşıt kavramlar vardır (İsmail Fenni, s. 204-205; Watson, s. 244-245).
Dinler tarihinde düalizm, kâinatı yaratıp idare eden nur-zulmet veya iyilik-kötülük gibi temel prensiplere dayanmaktadır (Encyclopedia of Religion, IV, 2504-2505). Sumerler'in yer-gök tanrıları, eski Mısır'ın aydınlık-karanlık ikilemiyle farklılaşan tanrı telakkisi, Çin geleneğinde evrendeki her şeyin oluşum ve dönüşümünün dayandırıldığı diyalektik zıt kutupluluğu ifade eden Yin ve Yang kavramı, Hint-İran kültüründe karanlık ve pasifliği simgeleyen Tamas ile aydınlık ve hareketi simgeleyen Satva ikiliği farklı din ve geleneklerdeki karşıt temel prensiplerden bazılarını temsil eder. Ancak dinler tarihçilerine göre temel özellikleriyle düalist anlayış Zerdüştîliğe dayalı İran geleneğinde ve hıristiyan gnostisizminde görülmektedir (a.g.e., IV, 2506-2507; ERE, V, 100-101; EIr., VII, 576-582; bk. MECÛSÎLİK).
Müslümanlar, İran ve Hint geleneğine dayalı düalist ve gnostik inanç sistemlerine sahip din ve mezheplerle I. (VII.) yüzyılın ortalarından itibaren gerçekleştirilen fetihler sonunda karşılaşmıştır. Abbâsîler'in erken dönemlerinde (II./VIII. yüzyıl) Farslar'ın kitleler halinde İslâm'ı kabul etmesiyle İslâm âlimleri arasında kadim İran geleneğinden doğan düalist inançlara karşı bir hassasiyet oluşmaya başlamıştır. Nitekim İran asıllı mütercim ve edip İbnü'l-Mukaffa'ın öldürülmesinin önemli sebepleri arasında Kur'an ve İslâm inançlarına karşı Maniheizm'i savunan Muʿârażatü'l-Ḳurʾân adlı eserin ona nisbet edilmesi; Mezdek, Mani ve Zerdüşt'le ilgili Fars kültürüne ait eserleri Arapça'ya çevirmesi sebebiyle zındıklıkla itham edilmesi de sayılmıştır (EI, IV, 736). Kāsım b. İbrâhim er-Ressî, önce er-Red ʿale'z-zındîḳ el-laʿîn İbni'l-Muḳaffaʿ (nşr. M. Guidi, Roma 1927), ardından Naḳdü'l-müslimîn li's̱-S̱eneviyye ve'l-Mecûs maʿa'r-red ʿale'bni'l-Muḳaffaʿ adıyla iki eser kaleme almıştır. Ressî, Mani'yi Seneviyye'nin en önemli imamı diye nitelendirmekte, İbnü'l-Mukaffa'ın onun görüşlerini benimsediğini belirtmekte (Naḳdü'l-müslimîn, s. 87, 93), Maniheizm'in İslâm akîdesine aykırı görüşlerini diyalektik bir metot kullanıp naslardan delil getirmek suretiyle reddetmektedir. İbnü'r-Râvendî, Faḍîḥatü'l-Muʿtezile adlı eserinde bazı Mu'tezilî âlimleri Senevî olmakla itham etmiş (EI, IV, 737), Hayyât da ona reddiye olarak yazdığı eserinde Ebû Hafs el-Haddâd, İbn Zer es-Sayrafî ve Ebû Îsâ el-Verrâk'ın Senevî görüşleri benimsediklerini, Ebû Îsâ el-Verrâk'ın Maniheizm ve Seneviyye'yi desteklemek için kitap yazdığını belirtmiştir (el-İntiṣâr, s. 108). Hayyât ayrıca Mâniyye (Mennâniyye/Maniheizm) ve Deysâniyye'nin iki ezelî asıl anlayışını çeşitli yönlerden eleştirmiştir (a.g.e., s. 30-32, 36-39).
Ebü'l-Hasan el-Eş'arî, "Ehlü't-tesniye" olarak isimlendirdiği Seneviyye'nin nur ve zulmet şeklinde zıt iki ezelî cevhere inandıklarını (Maḳālât, s. 308), Mâniyye'ye göre cisimlerin kendilerinden türediği bu iki cevherin siyah, beyaz, kırmızı, sarı ve yeşil olmak üzere beş cinsinin bulunduğunu ve bunların araz kabul etmediklerini belirtmektedir. Eş'arî'nin Seneviyye'nin bir başka grubu olarak tanımladığı Deysâniyye'ye göre ise iki asıldan biri beyaz, diğeri siyahtır; sarı, kırmızı ve yeşil gibi diğer renkler iki aslın farklı şekillerde karışmasından arazsız oluşmuşlardır. Eş'arî'nin Senevî olarak nitelendirdiği Ebû Îsâ el-Verrâk'a göre cisimlerde hareket ve sükûndan başka araz yoktur (a.g.e., s. 336, 349).
Ebû Mansûr el-Mâtürîdî Kitâbü't-Tevḥîd'inde Seneviyye için özel bir bölüm ayırmış (s. 239-247); Mâniyye, Deysâniyye ve Merkūniyye'yi Seneviyye'yi oluşturan inanç grupları olarak ele almıştır. Ona göre Mennâniyye başlangıçta nur ile zulmetin ayrı bulunduğu, daha sonra zulmetin nura doğru taşarak onunla birleştiği ve bundan âlemin meydana geldiği kanaatindedir. Nur ile zulmetten her birinin kırmızılık, beyazlık, sarılık, siyahlık ve yeşillik olmak üzere beş cinsi vardır. Nur cevherinden gelen her şey hayır, zulmet cevherinden gelenler ise şerdir. Nur yapısı gereği hafif, zulmet ise ağır olduğundan konumları birbirinden uzaklaşmayı gerektirir, hafif olan yukarı çıkarken ağır olan aşağıya iner. Nur ile zulmet ileriki bir zamanda birbirinden ayrılacaktır. Mâtürîdî, nur ile zulmetin bu zıt özelliklerine rağmen birleştiklerine göre ağırlık ve hafifliğin her ikisinde de bulunmasının gerektiğini belirterek Mâniyye'nin çelişkisini ortaya koyar (ayrıca bk. MANİHEİZM). Mâtürîdî, temelde Mâniyye'den farklı bulmadığı Deysâniyye'ye göre de nurun beyaz ve canlı, zulmetin siyah ve ölü olduğunu söyler. Nur zulmetin sertliğini hissetmiş ve yumuşatıcı bir tedbir olarak onunla karışmıştır. Deysâniyye'den bir grup nurun rahatsızlık duyduğu zulmetten uzaklaşmak isterken ona bulaşıp karıştığını, hareketin nurdan, durağanlığın zulmetten kaynaklandığını ileri sürmüştür. Mâtürîdî çelişkili bulduğu bu görüşlerin âlemin yaratılışını izah edemeyeceğini, nitekim Seneviyye'nin erdemli olan nuru tercih ettiğini, esasen bunun akla daha yatkın olduğunu ve sonuç itibariyle iki aslın birinden sadece şer, diğerinden sadece hayır gelmesinin anlamsızlığının ortaya çıktığını belirtmektedir (a.g.e., s. 249-259; bk. DEYSÂNİYYE). Merkūniyye'nin evrenin yukarıda nur, aşağıda zulmet olmak üzere iki kadîm asılla ikisi arasındaki ölümlü insandan oluştuğu ve tabiatları farklı bu iki unsurun insanda birleştiği şeklindeki görüşünü aktaran Mâtürîdî bu birleşmenin kimin tercihiyle ve nasıl meydana geldiğini sorgulamış, iki sonsuz varlık anlayışının çelişkisine işaret ederek âlemin yaratıcısının tek olması gerektiğini vurgulamıştır (a.g.e., s. 260-262; bk. MERKŪNİYYE). Yine Mâtürîdî, Seneviyye'den sonra Mecûsîler'i ele alarak onların iyiliğin Allah'tan, kötülüğün yaratılmış olan İblîs'ten geldiği şeklindeki görüşleriyle Seneviyye'ye göre gerçekten daha uzak bir durumda bulunduğunu belirtmiştir. Çünkü Senevîler'in düalizmi benimseyişlerinin sebebi mevcudun yoktan yaratılması inancına ulaşamamaları iken Mecûsîler bu inancı mümkün görmüş, fakat iyilikleri yaratan Tanrı'nın şerri de yaratacağını akledememiş ve kâinatın yaratıcısını kötülüğün kaynağı konumuna getirmiştir (a.g.e., s. 263-268; bk. MECÛSÎLİK). Bâkıllânî, "ehlü't-tesniye" olarak da isimlendirdiği Seneviyye'nin âlem tasavvurunu tevhid inancı ve âlemin yoktan yaratılması konularındaki anlayışlarının çarpıklığı, ayrıca tek yaratıcı yerine iki kadîm varlık anlayışının tutarsızlığı bakımından eleştirerek çelişkilerine işaret etmiştir (et-Temhîd, s. 68-75).
Mu'tezile'nin müteahhir dönemi kelâmcılarından Kādî Abdülcebbâr, Seneviyye'yi oluşturan mezheplerin bazı konularda görüş ayrılığına düşseler de hepsinin düalist bir inanç taşıdığını, Mâniyye'nin âlemi oluşturan iki kadîm aslın farklı cevher, nefis, fiil ve sıfatlara sahip bulunduğuna inandığını, ancak bunların mahiyetleri, imtizaçları ve ayrılmaları hususunda aynı fikirde olmadıklarını belirtmiştir (el-Muġnî, V, 9-15, 22-35). Aynı inanç sistemini benimseyen Mezdekiyye nurun kendi iradesiyle hareket edip bilgi ve duyu sahibi olduğuna, karanlığın ise diğerine tâbi, cahil ve duyusuz bulunduğuna inanmıştır. Deysâniyye nurun hayat, kudret, ilim ve fiil sıfatları; karanlığın ölüm, acziyet ve hareketsizlik gibi eksik nitelikler taşıdığını kabul eder. Merkūniyye, zıt iki aslın âlemin yaratılışı için bir araya gelmesini mümkün görmediğinden nurla zulmet arası bir konumda ikisini birleştiren üçüncü bir aslın varlığına inanmış, ancak mezhep mensupları arasında terkibin üç asılla mı yoksa üçüncü ile nurun arasında mı gerçekleştiği yönünde fikir ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Kādî Abdülcebbâr, iki kadîm asla inanmakla birlikte bunların imtizacı ve özellikleri hakkında farklı kanaatlere sahip bulunan Mâhâniyye, Siyâmiyye, Miklâsiyye gibi mezheplerin görüşlerini de aktarmıştır (a.g.e., V, 9-21). İki kadîm aslın âlemi yarattığına inanmayı çelişkili bulduğunu belirten Kādî Abdülcebbâr kadîm varlığın bizâtihi kāim olması gerektiğini ve kendi sıfatlarının zıddına sahip bir ortak kabul etmeyeceğini ifade etmiştir. Kādî Abdülcebbâr, kadîm asılların imtizacının hangisinin iradesiyle gerçekleştiği yönündeki açıklamaları da yetersiz görmüş ve kıdem anlayışıyla bağdaşmayacağına dikkat çekmiştir (a.g.e., V, 25, 28-30, 41-44, 55-70; Dalkılıç, sy. 8 [2003], s. 171-179).
Şehristânî, Seneviyye'nin ezelî ve kadîm iki asla inandığını, Mecûsîler'e göre ise bu iki asıldan zulmetin sonradan yaratıldığını belirterek iki düalist inanç grubu arasındaki temel farka işaret etmiştir. Şehristânî, Mâniyye'nin bu iki kadîm asla yükledikleri temel özelliklere genişçe yer vermiş, âlemi meydana getirmek için bir araya gelmeleri konusunda ortaya çıkan görüş ayrılıklarına değinmiş, Seneviyye'den saydığı Mezdekiyye, Deysâniyye ve Merkūniyye hakkında önceki âlimlerin verdiği bilgileri aktararak iki kadîm asıl ve âlemin yaratılışıyla ilgili çelişkilere dikkat çekmiştir (el-Milel, II, 268-280).
Kaynak: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ