Geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen genel seçimlerde en fazla oyu Sosyal Demokrat Parti'nin aldığı Almanya'da, hükümetin ne zaman kurulabileceği henüz netlik kazanmadı. Her ne kadar seçimin galibi olarak SPD lideri Sholtz hükümeti kurmak üzere girişimlerde bulunacaksa da, hükümetin kim tarafından kurulacağını zaman gösterecek. Kurulacak yeni hükümetin, önceki Şansölye Angela Merkel'in Ortadoğu politikalarının mirasını ne derece sahipleneceği ise ayrı bir tartışma konusu.
Özellikle Almanya'daki toplumsal yapıyı ciddi anlamda etkileyen göçmen politikasıyla Merkel, ülkedeki siyasi ve sosyal dokuyu nesillerce şekillendirecek politikaların mimarı olarak kayıtlara geçti. Merkel'in 2015 yılında ülkesini en az bir milyon mülteciye açması o dönem Almanya'sı ve hatta Avrupa'sı için devrimci bir karardı. "Bunu Yönetebiliriz" diyen Merkel haklı çıkarken, izleyen altı yıllık süreçte bu mültecileri Almanya'daki toplumsal yapıya entegre edemese de, olumsuz bir durum yaratmayacak şekilde sistem içerisinde muhafaza etmeyi başardı. Öyle ki birkaç sene içinde Suriyeli mülteciler eğitimden iş dünyasına, sağlıktan kültürel hayata birçok noktada kendilerini Almanya'ya katkı sunmaya çalışır durumda buldular. Gelinen noktada Almanya'da bir Suriyeli mülteciler krizi yaşanmazken, Merkel kendisini bu sürecin mimarı olarak gördü.
Merkel'in mülteci politikasındaki bu "ilkeli ve kapsayıcı tutum" esasında Almanya'nın Ortadoğu siyaseti için söylenemez. Nitekim özellikle 2011'deki Arap devrimleri sürecinden bu yana Almanya'nın Ortadoğu'daki siyasetinin demokratik değerlerden uzak, bölgedeki meşru talepleri göz ardı eden ve çatışmaların sonlanması konusunda teşvik edici olmayan bir biçimde olduğu gözlemlenmiştir.
Bu durumun en açık örneklerinden birisi Ortadoğu'daki baskıcı yönetimlere gerçekleştirilen savunma sanayi ürünleri ve silah satışlarıdır. Stokholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI)'ye göre Almanya 2016-2020 yılları arasında Ortadoğu'ya yapılan silah satışlarının %3.9'unu gerçekleştirerek bu anlamda dördüncü sıradaki ülke konumundadır. Bu bağlamda bölgenin en büyük silah ithalatçıları olan ülkelerin Almanya ile yoğun bir ticaret hacminin olduğu görülmektedir. Bu hamleleriyle Almanya kendi ekonomisi açısından ciddi kazanımlar elde ederken bölgedeki demokratikleşme süreçlerini ya da insan hakları durumunu olumsuz etkileyebileceği hususunu göz ardı etmiştir. Bu tutumu ulusal çıkarları doğrultusunda meşru bir politika olarak gören Almanya'nın, Angela Merkel sonrası dönemde de bu politikalarını terk etmesini beklemek gerçekçi olmayacaktır.
Nitekim Almanya'nın, Batı bloğundaki "demokrasiye desteği söylem düzeyinde kalan" ülkelerden farklı bir tutum izlediğini söylemek mümkün değildir. Ortadoğu'daki askeri darbeler karşısında tepkisiz kalan Berlin, darbeci liderleri ağırlamakta herhangi bir çekince görmezken, bu ülkelerle ekonomik ilişkilerini de en üst düzeyde tutmaya gayret etmiştir. Bunun yanında bölgedeki otoriter yönetimlerle de karşılıklı çıkar ilişkisi doğrultusunda iyi ilişkilerini sürdüren Merkel hükümeti, anti-demokratik uygulamalar, insan hakları ihlalleri ve savaş suçları karşısında da sessiz bir görünümde kalmıştır. Öyle ki Almanya'nın bu politikaları hem ülke içerisinde hem de uluslararası alanda hak savunucusu kuruluşların yoğun tepkisiyle karşılanmıştır.
Angela Merkel'in Ortadoğu siyasetindeki en istikrarlı konulardan birisi ise İsrail'e olan koşulsuz desteğidir. Göreve gelişinin ardından 2008 yılında İsrail Parlamentosu Knesset'te bir konuşma yapan Merkel, "İsrail'in güvenliği Almanya'nın en temel ulusal çıkarıdır" diyerek aslında bölgenin en kadim ve karmaşık sorunu karşısında aldığı tavrı da göstermiştir. Merkel'in İsrail'e yönelik desteği görev yaptığı yıllar boyunca sürerken, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile arasında yaşanan gerilimlere rağmen Berlin'in İsrail'in çıkarları doğrultusunda attığı adımlarda gerileme olmamıştır. Merkel döneminde Almanya Hamas'ın bayrağını yasaklarken, BDS Hareketinin faaliyetlerini kınamış ve antisemitizmle mücadeleye en yoğun desteği veren ülkelerden birisi olmuştur. Merkel'in İsrail karşısındaki özel tutumunun son bir göstergesi ise önümüzdeki günlerde gerçekleşecek olan ziyarettir. Kendisine fahri doktora verilecek olan Merkel, İsrail Başbakanı Naftali Bennett ile Yad Vaşem Soykırım Müzesini de ziyaret edecektir.
Merkel sonrasında Başbakan olma ihtimali en yüksek lider olan Olaf Scholz'ün ise gerek siyasi kariyerinde Merkel'e olan yakınlığı gerekse de Ekonomi Bakanı olarak mali konularda Berlin'in rotasını çizen figür olması gibi nedenlerle Ortadoğu siyasetinde ciddi bir kopuş gerçekleştirmeyeceği beklenebilir. Bu durum mülteciler ve Ortadoğu ülkeleriyle olan savunma sanayi ürünleri ve silah anlaşmaları gibi konularda geçerli olacaktır. Öte yandan İsrail ile olan ilişkilerin Almanya için bir "ulusal çıkar" meselesi olduğu düşünüldüğünde ise Merkel sonrası hangi aktör başbakan olursa olsun Tel-Aviv'e yönelik ülke siyasetinin temel prensiplerinden ayrılmayacağı söylenebilir.