Türkiye'nin Suriye yaklaşımını baştan beri iki faktör belirledi. Önceleri Suriye'de demokratik bir dönüşüm bekledi. Fakat iç savaş patlak verince Türkiye kazananı olmayan bu savaşın kaybedeni olmak istemedi. Pek çok faktör ve aktör Türkiye'yi savaşa sürüklemek istese de Ankara soğukkanlı tutumunu sürdürmeyi başarabildi.
Önceleri Amerika'nın cesaretlendirmelerine, sonraları suçlamalarına direnmek zorunda kaldı. Ardından Esed rejimi Türkiye'yi savaşa dâhil olması yönünde defalarca tahrik etti. Bunun önüne geçmek isteyen Ankara gayet iyi bilinen ve profesyonel bir tutum geliştirdi. Kriz tırmandırma senaryolarına uygun biçimde şeffaf ve öngörülebilir angajman kuralları belirleyerek, çevreye kriz tırmandırma stratejisini açık bir şekilde ilan etti. Eğer yanlış hesaplamalar sonucu savaşa sürüklenmek istemiyorsanız, rakiplerinize sınırlarınızı inandırıcı biçimde göstermeniz gerekir. Türkiye tam da bunu yaptı. Suriye rejiminin tahriklerine bu yöntemle son verdi.
Son dönemde Suriye'nin tahriklere dayalı tavrını Rusya devralmıştı. Belki de Moskova Türkiye'nin Rus uçağını düşürme ihtimalini hiçbir zaman ciddiye almadı. Savaşa sürüklenmek istemeyen Türkiye durumun ciddiyetini Rusya'ya göstermek zorundaydı. Ve gösterdi. Hesap hataları sonucu savaşa sürüklenmek istemediğinden herkese hesabın ne olabileceğini deklare etti. Karar alma ve riski artırma sorumluluğunu Rusya'ya bıraktı.
Rusya beklemediği derecede etkin bir cevapla karşılaştığından, şimdi daha dikkatli hesap yapıyor. Her ne kadar öfke nöbetleri geçirse de, ihtiyatı elden bırakmıyor. Diplomatik kanalları açık tutuyor. Muhtemelen bir misilleme arayışında olacaktır. Fakat bunun askeri bir misilleme olmayacağı şimdiden belli oldu. Zira dışişleri bakanları arasında önümüzdeki hafta için planlanan görüşme bunun sonucudur. Fakat Türkiye ihtiyatlı iletişim stratejisini elden bırakmamalı. Rusya'ya misilleme için fırsat vermemeli ve diplomatik müzakerelere odaklanmaya devam etmelidir.