Türkiye'de iktidar bürokrasi, sermaye ve siyaset arasında paylaşılmaktadır. CHP geleneksel olarak iktidardan payını bürokrasi ve sermaye üzerinden devşiren bir partidir. AK Parti'nin siyaseti iktidar için başat odak haline getirip bu üç iktidar odağı arasındaki dengeleri sarmasıyla birlikte CHP büyük bir açmaza girmiştir. Bunun yanında CHP'nin geri çekilme sürecine giren bürokraside var olan gücünü kaybetmesi ve sermayedeki payında kısmi bir zayıflama yaşaması buna tuz biber ekmiştir. AK Parti'nin iktidar mücadelesinde kalıcı olduğunu ortaya koymasıyla bürokrasi ve sermaye çok daha dengeli bir siyaset gütmeye başlamak zorunda kalmıştır.
Bürokrasideki gücünü kaybeden ve sermaye alanında kan kaybı yaşayan CHP iktidar mücadelesinde bu kayıplarını kapatmak ve dengelemek için siyaset alanını ciddiye alma mecburiyeti hissetmiştir. Uzunca bir süre laik-dindar kutuplaşmasına oynayarak siyasete sırtını dönen CHP, Kemal Kılıçdaroğlu'nun Mayıs 2010'da parti genel başkanlığına getirilmesinden sonra siyaset üretmeye girişmiştir. Siyasi iktidar için seçim kazanmanın ve bunun için de toplumu ciddiye almanın gereğini kavramıştır. Topluma açılmak adına laikdindar kutuplaşmasını kenara koyarak zengin- fakir ayrışmasına oynamaya başlamıştır. "Gandi Kemal" ve CHP'nin siyasi iktidara oynadığı nadir anlardan olan 1970'lerin "Karaoğlan" imgesi devreye sokulmuştur.
Bu sentetik siyasi manevralar toplumdan gerekli karşılığı bulamayınca kendi sosyolojisini tutmak ve ideolojisiz seçmenleri avlamak adına özgürlükçü-otoriter ayrımını hareketlendirmeyi tercih etmiştir. CHP seçmeninin belli bir kısmı laik-dindar ayrışmasıyla mobilize edilse bile geri kalan önemli bir kitlenin 90'lardan itibaren yedikleri radikal ve liberal demokrasi propagandasının da etkisiyle bu ayrışmayı çok da benimsememesinin bunda etkisi olmuştur.
Sağ ve sol varyantlarıyla Kemalist kitle CHP liderliğinde bu iki kutuplaşmanın yan yana ve değişen zamanlarda ikisi arasındaki vurgu kaymasıyla birlikte siyasette var olma mücadelesi vermeye başlamıştır. Bu kitle kendisini zayıf hissettiğinde laiklik çatısı altında dayanışma eğilimi göstermiştir. Siyasette boşluk bulduğunda ise sınıfsal gerekçelerle pek de itibar etmediği toplumsal grup ve siyasi aktörlere -muhafazakâr-dindarlar ve özellikle de PKK terör örgütünün gölgesinde radikal demokratçılık oynayan HDP'ye- yelken açarak AK Parti karşıtı bloğu genişletmek için özgürlükçü söyleme geçiş yapmıştır.
Yanlış hesaplar
CHP'nin topluma açıldığı zengin-fakir kutuplaşmasının toplumda karşılık bulması oldukça zordu. CHP ve sosyolojisi ekseriyetle devlet kaynaklarından orantısız pay almış ve sermayenin kucağında semirmiş kitlelerden oluşmaktadır. Bu kitlenin çıkarlarıyla toplumun geri kalan dışlanmış ve dezavantajlı kesimlerini ortak bir siyasi projede bir araya getirmek neredeyse imkânsızdır. Çünkü bu iki kitlenin çıkarları birbiriyle çelişmektedir. Zenginlerden almadan fakirlere verilemeyeceğine göre samimi bir siyaset ortaya koymak mümkün değildir. Toplumun somut ve sahici adımlar atıldığını görmeden fakirci retoriğe prim vermesini beklemek de ham hayaldir. Bu siyaset arayışı aynı zamanda dezavantajlı toplumsal kesimleri kendilerini bu eşitsiz şartlardan kurtarmayı vadeden ve adaleti siyasetinin merkezine koyan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti iktidarına karşı harekete geçirmenin zorluğu nedeniyle de imkânsızdır.
Fakir-zengin ayrışması kadar etkili olmasa da topluma açılmanın bir diğer kanalı olan otoriter-özgürlükçü ayrışması da benzer sıkıntılar içermektedir. Fakir-zengin ayrışmasındaki yapısal açmazlar burada da geçerlidir. Zenginler bir nebze fakirleşmeyi göze almadan fakirlerin desteğini kazanamıyorsa laik sosyoloji de kendi özgürlüklerinin sınırlandırılmasını göze almadan toplumun diğer kesimlerine özgürlük sunamamaktadır. Somutlaştıracak olursak muhafazakârdindarların üzerlerindeki baskıdan kurtularak devlet kurumlarında, üniversitelerde ve medyada boy göstermesi ve sosyal hayatta ve şehrin merkezlerinde görünürlük kazanması laik cenahta ağızların burulmasına yol açmış ve tepkiyle karşılanmıştır. Muhafazakârdindarların özgürleşmesi laik sosyoloji tarafından kendi hayat tarzlarına tehdit olarak algılanmıştır. Laik sosyoloji için özgürlükçü ama karşısındaki toplumsal gruplar için özgürlükkarşıtı bu İslamofobik tavır Gezi'de ete kemiğe bürünmüş ve sonrasında kesintisiz devam etmiştir. Bilime sadakat ve laikliğin her halükarda en belirleyici kimlik kurucu unsur olması bu sosyolojinin özgürlükçü siyaset çatısı altında diğer toplumsal kesimleri kendisine eklemlemesine engel teşkil etmiştir.
CHP'deki güncel genel başkanlık tartışmasının belki de en ilginç yanı taraflar arasında siyasetin zeminini oluşturan sosyolojik faktörler üzerinden bir hesaplaşma yaşanmasıdır. CHP'nin yenik cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce yüzde 30'u bularak laik mahalle dışında oy alması ve bunu daha ileri taşıyacağı iddiası üzerinden genel başkanlık koltuğunu hak ettiğini ileri sürmektedir. İnce CHP'yi siyasi iktidardan pay alabilecek bir kitle partisine dönüştürmeyi vaat etmektedir. Kılıçdaroğlu'nu da CHP'nin toplumsal desteğini laik mahalle dışına taşımayı başaramamakla suçlamaktadır.
Kılıçdaroğlu'nun CHP'yi kendi mahallesi dışına taşıyamaması bir vakıadır. Kılıçdaroğlu kimliğinde bir siyasetçinin Türkiye'nin sosyolojik gerçekleri göz önüne alındığında bir kitle partisi inşa etmesi ve ona liderlik yapması imkânsızdır. İnce'nin elinin bu konuda çok daha güçlü olduğu doğrudur. Ancak CHP'nin sorunu liderlik düzeyinde olmaktan ziyade sosyolojik düzeydedir. Yukarıda belirtildiği gibi laik kimliğin kurucu rolü nedeniyle özgürlükçü siyaset yolu tıkalıyken zengin-fakir çelişkisi de bir diğer yolu tıkamaktadır. Bu durumda CHP'nin iktidara tutunmak adına önünde dört yol bulunmaktadır.
CHP nasıl iktidar olur?
Birincisi dış müdahalelerle bürokrasinin tekrardan ülkede başat iktidar kanalı olması ve laik kadroların koltuklarına geri dönmesidir. İkincisi siyaseti iktidarın birincil kanalı haline getiren Erdoğan ve AK Parti'nin toplumsal desteğini kaybederek zayıflamasıdır. Böylece bürokrasi ve sermaye toplumun rağmına rahatça at koşturabileceği bir ortam bulacak ve CHP'yi de siyasetteki temsilcileri olarak atayabilecektir. Üçüncü yol ise CHP'nin siyaset üzerinden iktidara tutunmasıdır. Bunun için gerekli olan hamle CHP'nin toplumda en geniş ve kuşatıcı kimliği ortaya koymasıdır. Erdoğan ve AK Parti'nin varlığı ve CHP'nin kendi iç çelişkileri bunu imkânsızlaştırmaktadır. Bu imkânsızlık İnce'nin seçim kampanyasındaki ucuz popülist söylemlerle makyajlanamayacak kadar derin ve büyüktür.
Dördüncüsü ise zamanla ülkedeki sosyolojik şartların değişmesini beklemektir. Gerçekten de CHP'ye iktidar yolunu kapatan mevcut sosyolojik şartların zamanla değişmesi -zengin-fakir uçurumunun kapanması ve laik-dindar ayrışmasının anlamını kaybetmesi ileride CHP'ye iktidar yolunu açacak bir hal alabilir. Ancak sorun şu ki ortaya çıkacak sosyolojik şartlar zemininde CHP'nin siyasi iktidarı ele geçirmesi pek bir anlam taşımayabilir. Siyasi iktidarı topluma açan demokratik siyaset sosyolojinin kendi gerçekliğini siyasete benimsetmesi üzerinden yürümektedir. CHP için ise siyaset hep ülkenin sosyolojik gerçekliğini baskılamak, oyalamak ya da dönüştürmek olmuştur.