Linda İstanbul'a geldiğinde dünyayı dolaşmıştı. Londra kökenli bir ailedendi. Endonezya'da doğmuştu. Babası elçiliklerde, İngiliz şirketlerinde çalışmıştı. Linda'nın çocukluğu ve ergenliği Endonezya'da geçmişti.
Linda daha sonra İngiltere'ye dönmüş ama orada dayanamamış, sırt çantasını alıp Afrika, Amerika dolaşmış, Hindistan'da kalmış, son durak Türkiye'ye damlamıştı.
Babasının gönderdiği harçlık ve sanatıyla, Avrupalıya göre mütevazı bir hayat sürüyordu.
Beyoğlu'nda güvenli bir evde oda tutmuş, bir dans okuluna öğretmen olmuştu. İspanyol dansına âşıktı. Bazı geceler Avrupalıların davetlerinde dans ediyordu. 1.90 boyu ve 45 numara ayakkabılarıyla Flamenko için biraz fazlaydı ama olsun. Barışık bir tebessümü vardı.
"Dünyayı gezdim, kayboldum. Kendime bir amaç aradım, bulamadım" demişti. "Bir tek dans! Amerika benim için değil. İspanya belki en son yerleşip yaşlanacağım yer. Doğunun insanı, asıl insan. Oralarda büyüdüm, onları sevdim."
Linda çiğköftecilere, tabureli çay ocaklarına dadanmıştı. İşinde gücünde alın teri insanlarıyla, kendi halinde mazbut yaşam tarzlarıyla arkadaştı. Komşu kızı gibiydi.
Beyoğlu'ndaki çılgın gece hayatından uzak duruyordu. Çantasından belediyenin, Mevlevihanelerin, kültür merkezlerinin broşürleri taşardı.
Gezi'den önceki zamanlardı. İstiklal Caddesi Avrupalılarla kaynıyordu.
Herkes oradaydı. Dünün yeraltı müzikholleri ecnebilerle dolmuş, mekânlar restore edilmiş, sahipleri altlarına cip filan çekmişlerdi. Öğrenci değişim programı yoluyla şehre gelen Batılı öğrenciler, Dolçe Vita'nın dibine vurmuşlardı. Kültürler arası dostluk başlığıyla üretilen program, gençliği gece hayatının dehlizlerini kaydırmış, kültür şehvet kültürü olaraktan dönüştürülmüş, öğrencilere kiralanmak için satın alınmış apartların tepelerine azgınlığın bayrakları çekilmişti.
Bu arada orta yaşlı bir takım ecnebiler de oradaydılar! Hiçbir iş yapmadan para harcayanlar, Türkiye tarihinin çatlakları konusunda 'Uzman' tipler cirit atıyordu.
Sokaktaki bohem eğilimli insanlarla konuşuyorlar, farklı etnik kimliklerle içli dışlı oluyorlardı. İsrail'e sık seyahat eden keskin bakışlı genç kadınlar ev toplantılarına girip çıkıyorlardı.
Çok satan bir casus romanının içinde geçiyordu sanki hayat...
Galata'ya yerleşmiş Avusturyalı ve de alımlı ressamların etraflarına topladığı ayran budalası çulsuz gençlere 'İslam öcüsünü' anlattığı mekânlar dolup taşıyordu.
Öğrenci değişimi ve turizm bu haldeydi. Asmalımescit İngilizce öğretmeni, Cihangir Fransız borsacı, Galata küresel şirket yöneticisi tiplerle, konsolosluk danışmanlarıyla izdihamdaydı. Teras partilerinde Türk edebiyatçılar, Kürt politikacılar ve ünlü yerli gazetecilerle yabancı muhabirler arasındaki sohbete kulak verenler husumet dilinden zehirlenebilirlerdi. O dereceydi!
Beyoğlu çevresinde biriken muvazenesiz iklim kadar takıntılı Batı hayranlığı da mümbit bir araziydi birileri için.
Ne demekse, 'Kızıl Kapitalistlerin' kurduğu lokantalarda, mizah dergisinin alt katında, AB'den fonlu feminist kurumlardaki düşmanca homurtu şehrin çatılarına yağıyordu.
***
Biz dönelim Linda 'ya.
Bir akşam caddedeki hengâmeyi seyrederek yürürken o birden durmuş ve: "Ben utanıyorum bundan, onun için de buradan gidiyorum arkadaşım!" demişti. Şaşırmıştım.
"Endonezya'dan niçin ayrıldım biliyor musun? Orada benim arkadaşlarım, onların dindar aileleri büyük bir yoksulluk içinde yaşıyorlar; sabah işe giderken sahilde, sabaha kadar yemiş içmiş sevişmiş sızmış Avrupalıları çırılçıplak görüyorlardı. Onlara özenmiş küçük Balili kızları, oğlanları izliyor, onların yanından geçiyorlardı. Öfke sonradan öyle patladı!"
Ağlamaya başladı:
"Ben orada kendimden, kökenimden, ait olduğum Avrupa'dan utandım. Şimdi burada da aynı şeyler oluyor, gidiyorum onun için!"
O latif vicdanla sarıldık, vedalaştık, ayrıldık. Linda, uzun iri bedeninin içinde taşıdığı 'insanlık' ile birlikte uzaklaştı.
Linda'nın utancı da havada asılı kaldı...