Avrupalılar şık kıyafetleri, biraları ile bir kafede oturuyor, önlerindeki dilenci kadınlara para atıyorlardı. Üstü başı partal kadıncıklar parayı kapmak için balıklama yere atlıyorlardı. Kahkahalar içindeydi Batılılar. Alkışlıyorlardı. Müthiş eğleniyorlardı. Yüzleri gözleri çamur içindeki başörtülü yoksullara bozuk para atmaya devam ettiler. Sonra iyice sarhoşlamış biri ayağa kalktı ve zavallılara şınav çekmelerini söyledi. Kadıncıklar hemen Beyaz Efendi'nin emrine uyarak yatkalk yapmaya başladılar. Avrupalı üstünlüğünü kanıtlamıştı böylece! Kafedeki nobranların arasındaki bakımlı kadınlar, aşağılanan hemcinslerine tiksintiyle baktılar. Saçlarını savurdular ve ellerindeki içki bardaklarını kaldırdılar. "Ay gülmekten ölicim!" şeklinde çığlık çığlığaydılar. Suriyeli mültecileri geri göndermek için kendini yırtan "demokrasinin beşiği Avrupa" düşkün insanlara böyle davranıyordu. Bu olay İspanya'da, oraya futbol maçı izlemek için gelmiş PSV Eindhoven taraftarlarınca Madrid'de gerçekleştirildi. Hollandalıların geleneğiydi bu, böyle para atarak eğleniyorlardı. Neyse ki vicdanı sızlayan bir İspanyol dayanamadı, araya girdi, Hollandalı kazuletlere bağırdı çağırdı da rezalet son buldu... Ertesi gün eşitlikçi feministler büyük bir gösteri düzenlemediler. Ne vardı yani, masum bir eğlenceydi sonunda! Çünkü o kadınlar Suriyeli mülteciler miydi, Roman mıydı neydi? Doğulu yoksullardı işte. Modaya da uygun giyinmemişlerdi zati...
***
Aynı saatlerde Hollanda'da bir sosyal deney yapıldı. Bir sunucu caddeye çıkıp Hollandalılara göğsünde "Je suis Ankara" yazan tişört giydirmek istedi. Herkes toz oldu! Bomba Türkiye'de patlayınca kimse "Ben Ankara'yım" diyemedi. Paris için ayağa kalkmışlardı ama orası Paris'ti şeker! Ankara mı? Şu yüzümüze riyakârlığımızı vuran Müslüman liderin şehri mi? Mon dieu!
***
Batı böyle... Büyük bir saldırı altında olduğumuz bugünlerde bizim "Avrupai aydınlar", şu bildiriciler falan farklı mı? Tabii ki hayır. Canlarımızı, insancıklarımızı berhava edenlerden kendi devletini sorumlu tutan ve meşru yönetime hakaretler etme peşindeki bir Avrupa fanatiği, o müptezelliğin fotokopisi halindeler. Onun için ülkesiyle her türlü bağını koparmış bu "aydınların" dünyanın en sapkın terör örgütlerinden biriyle aynı dili konuşmakla bir problemleri, bir sıkıntıları yok! Bir katiller topluluğuyla aynı seviyedeler. Çünkü kızgınlar. Çünkü bu ülke o yere para atanların kibirlerine de, IMF'sine de posta koydu. Artık kimse ona üç kuruş için şınav çektiremiyor. Mesele o! İçine düştüğümüz bu zihniyet yangınını fi tarihinde işaret eden has bilgelerden birini, Cemil Meriç'i bugüne getirerek ve lisanını aralayarak söylersek: "Avrupalılaşmak, yani yok olmak. Zira apayrı bir medeniyetin çocuklarıyız. Bambaşka ölçüleri olan, çok daha eski, çok daha asil, çok daha insanca bir medeniyetin. İki yüzyıldır bir anakronizmin, kendi zamanlarına ihanet etmenin, bir aşağılık kompleksinin utancı içindeyiz. Bu 'çağdışı' ithamı, ithamların en alçakçası ve en abesi. Haykıramadık ki, aynı çağda muhtelif çağlar vardır. Çağdaşlık, neden Hıristiyan ve kapitalist Batı'nın abeslerine perestiş olsun? Bu, kendi derisinden çıkmak, kendi tarihine ihanet etmek ve köleliğe peşin peşin razı olmak değil midir? Çağdaşlaşmanın halk vicdanında adı asrileşmektir, asrileşmek yani maskaralaşmak..." Kendi meşrebimizce devam edelim: Bu Batıcı aydınlar halktan nefret etmektedirler. Erdoğan'ı kendilerini dünya zevklerinden ayıran bir engel olarak görmektedirler. O olmasa, Avrupa'nın emrinde ve Avrupa'nın inayetiyle Türkiye'yi kendileri yönetecekler. Halkı dik durmaya hazırlamak mı? Ne dik durması? Halk denen kalabalık şınav çektirecekleri sevimsiz, pis ahmaklardır... Bize gelince biz, Madrid'deki o "Nazilere" fırça atan yaşlı İspanyol'un; o güzelim eşref-i mahlûkatın, onun dedelerinin tattığı medeniyetin, Endülüs'ün torunlarıyız. Farkımız bu...