Gün geçmiyor ki gözümüzü yeni bir şiddet olayıyla açmayalım. Annesini öldüren çocuk, bir vuruşta 48 kişiyi ortadan kaldıran aşiret, çöp bidonuna atılmış ceset ve daha neler neler. Bunlar bildiklerimiz.
Bir de gizli şiddet var. Aile içinde yaşananlar, baba-ana-çocuk, öğretmen-öğrenci, doktor-hasta arasında ortaya çıkan ezen-ezilen ilişkisi belki gözlerden ıraktır, ama o görünür şiddeti hızla, hırsla besliyor. Sadece o mu? Trafiğe bakın. Yayanın üstüne arabasını sürenler mi istersiniz, yol vermemek için en büyük riskleri alanları mı?
Açıkça söylemek gerekirse Türkiye şiddeti artık bir koyu alışkanlık (iptila) olarak yaşayan, ondan beslenen bir toplum.
ÇARE SEBEPTE GİZLİ
Bu gerçek nicedir kafamı kurcalar durur. Bu haldeki bir toplum görmezden gelinemez. Ama biz her konuda başımızı deve kuşu gibi toprağa gömdüğümüzden bu konuyu da 'es' geçip duruyoruz. Halbuki şiddet, büyüdükçe büyüyor ve
şiddet dediğimiz şey, bir noktadan sonra alışkanlığa dönüştüğünden toplumun sarmalı bizi içine alıp tüketiyor. İnsan, doğasal bir yaratık olarak şiddete açık.
Beynimizde şiddeti bir savunma içgüdüsü, hatta yaratıcı bir içgüdü olarak muhafaza ediyoruz. Hayatta kalmanın en önemli araçlarından biri şiddete açık oluşumuz. Ne var ki, bu kültürel bir durum değil. Doğasal bir durum. Tam tersine toplumsal hale geldikçe, toplumsallaşma düzeyi arttıkça yani sosyalleştikçe insanın şiddet kullanımının azalması beklenir. Oysa bugün yakındığımız bunun tam tersi: Sosyal ortamlarda ve ilişkilerde kendisini gösteren şiddet. Bizi bu sonuca götüren birçok neden sayılabilir.
Türkiye'nin bir geçiş toplumu olması çok önemli bir etken bu konuda. İnsanların kendilerini güvenlik içinde hissedecekleri ortamlardan kopup sökülmeleri onları savruldukları yeni ortamlarda karmaşık bir psikolojiyle desteklenmiş gene karmaşık bir şiddet duygusuna itiyor. Karmaşık, çünkü, bir yanda öfke, belki kin ve intikam duygusu var; diğer tarafta şiddeti kullanarak toplumsal skalada yukarılara çıkabileceğine dönük bir algı. Çok zor kazanılan hayatların içinden şu ya da bu ölçüde bir şiddet doğmayacağını sanmak, ummak, beklemek o kadar kolay değil. Bu, işin sosyal yanı. Öte yanda bir de
kapalı ortam şiddeti dediğimiz bir gerçek var. Herhangi bir küçük kurumsal yapı içinde cereyan eden şiddete bu ad veriliyor. Aile içi şiddet bu türden. Kabul edelim, itiraf edelim ki, Türk toplumu bu tür şiddete sonuna kadar muhataptır.
Çocuk bizde sevilir ama dövülür. Kadın bizde sevilir ama dövülür. Öğrenci bizde sevilir ama dövülür. Dayak cennetten çıkmadır, hocaların vurduğu yerde gül biter. Anlaşılan herkes içinde biriktirdiği öfkeyi, tatminsizlik duygusunu çevresine bir şiddet biçiminde, şiddeti bir türlü kullanarak yansıtıyor. '
Hiyerarşik şiddet' dediğim tür söz konusu olunca bunu görmemek olanaksız.
Amir memura şiddet uygular, kapıcı o anda karşısına gelmiş olana eziyet etmektedir. İşin kötüsü bu insanlar çoğu durumda da farkında olmaksızın, '
içselleştirilmiş şiddet' kullanmaktadır ki, en fenası odur: yaptığının şiddet uygulamak olduğunu bilmeksizin davranmak.
NASIL DÜŞTÜK BU HALE?
Çok neden var. Fakat en çok
basın ve televizyon üstünde durabiliriz. Açın herhangi bir diziyi ve özellikle gizli şiddet kriterlerini kullanarak bakın. Hayret içinde göreceksiniz ki, filmlerin her sekasında akla sığmaz birkaç şiddet 'uygulaması' söz konusudur. Bundan daha yanlış ve kötü bir şey düşünülemez ama beterin beteri her zaman vardır ki, o da
açık ve doğrudan şiddettir. Teker teker, isim isim saymaya gerek yok.
Silah çekilmeyen, kavga edilmeyen, vurdu kırdı yaşanmayan bir tek dizi gösterilebilir mi? Bırakın 'politik' olanları, komedi dizilerinde bile bu açık şiddet başlı başına bir damardır. Dilin kullanılmasından davranış kalıplarına kadar her aşamada bu 'gerçek' önümüzde durmaktadır.
Üstüne üstlük, bütün gün haber programlarında doğrudan şiddet içeren sayısız görüntü yayınlanıyor. Yazılı basın da öyle. Zaman zaman kendisine çeki düzen vermek istiyorsa da olmuyor, gazetelerin üçüncü sayfası bu tür haberlerin merkezi, mecrası. Bu şiddet tutkusuyla işimiz zor. Çare mi? Nasıl olmaz! Dünyada şiddete karşı oluşturulmuş sayısız kurum ve ölçüt var. Hayvanlara, çocuklara, kadınlara dönük şiddet başta olmak üzere avlanma bile o kategoride ele anlıyor, izleniyor.
Bugünkü durumda şiddeti üreten ve öğreten şu yaklaşımdan şiddete karşı bilinç oluşturmaya ve önlem almaya giden bir toplumsal eğitim anlayışına zaman yitirilmeksizin geçilmelidir. Silaha dönük önlemler en uç noktasıdır bu sorunun. Ama ondan ötesi şu belirttiğim hususları öne çıkaran bir toplumsal eğitimdir bugün ana ihtiyaç. Sivil örgütlenmelerin bu işin altından kalkması zor. Devletin bu konuya el atması zorunludur. Nitekim kadına dönük şiddette az çok bir bilinç oluşturuldu. Şimdi şu kısa yazıda belirttiğim hususlara eğilmek ve bu şiddete karşı duruş çemberini halka halka genişletmek şarttır. Kimsenin dilinden düşürmediği 'stresin' şiddetle çok yakından ilgili olduğunu söylesem acaba bir kapı aralar mı?