Teknolojiden söz açılınca hep kullanıcı olarak söze giriyoruz ama ya üretim? O konuda biliçaltımıza işleyen 'biz teknoloji üretemeyiz' noktasından konuşmaya başlıyoruz. Ama durum bu kadar vahim mi? Değil aslında. Uzun yıllar TÜBİTAK'ta çalışan Prof. Dr. Bahattin Türetken'e göre teknolojide dışa bağımlı olduğumuz gerçeğiyle yüzleşeli epey zaman oldu. Bu yüzleşmeden sonra da bir sürü proje hayata geçirildi. Özellikle de savunma sanayinde. Türkiye kendi gemisini, tankını, radarını, insansız hava aracını, silahını yapan, uzaya uydu gönderen bir ülke. Kritik teknoloji konusunda önemli adımlar atılıyor son 10-15 yıldır. Sırada ise katma değeri olan teknoloji üretmek var.
TÜBİTAK'ta F4'ün modernizasyonu, milli askeri gemi MİLGEM, milli radar projelerinde çalışan, 2012-2014 arasında TÜBİTAK Uluslararası Yüksek Teknoloji Laboratuvarı'nı yöneten Prof. Türetken geçtiğimiz günlerde Türk Teknolojisi Ama Nasıl? adıyla bir kitap çıkardı. Kitapta Türkiye'nin son yıllardaki teknoloji hamlelerini anlatıyor. Nobel ödüllü bilim insanımız Aziz Sancar'ın önsöz yazdığı kitabı vesile edip Prof. Türetken ile Türkiye ve teknoloji ilişkisini konuştuk.
- Teknoloji üretebiliyor muyuz?
- Teknolojide iki önemli öge var, ilki kritik teknoloji, ikincisi katma değeri olan teknoloji.
- Nedir bunlar?
- Kritik teknoloji, sizin devlet olarak özellikle de savunma sanayi, ilaç sektörü, enerji sektöründe elinizde bulundurmanız gereken bir teknolojidir. Neden derseniz, siz bu alanlardaki teknolojileri üretmeyip dışardan alıyorsanız, ülke olarak kritik bir kriz anında eliniz kolunuz bağlı kalır. Katma değeri olan teknoloji ise üretip paraya çevirdiğiniz teknoloji. Aklı, düşünceyi, yeniliği satıyorsunuz. Mesela ABD ikisini de elinde bulunduruyor. Düşünün akıllı telefonları. ABD, Çin'de 10 dolara ürettirdiği 50 dolar maliyeti olan telefonu 1000 dolara dünyaya satıyor.
- Siz kitapta kritik teknoloji konusunda Türkiye'nin hamleler yaptığını anlatıyorsunuz. Ne zaman başladı bu hamleler?
- 1995'ten beri savunma sanayiyle ilgili projelerde çalıştım. Türkiye'deki savunma sanayinin altyapısı ABD menşeiliydi. Düşünün bir geminiz var ama sadece askerleriniz milli. Uçağınız var ama pilot dışında her türlü cihaz ve sistem başkasına ait. Türkiye de körfez harekatından sonra savunma sanayine önem vermeye başladı.
- Ne oldu da bu alana önem vermeye başlandı?
- Eğer büyük hayalleri olan bir ülkeysek, Türkiye'nin kritik teknolojiyi elinde bulundurması şarttı. 2000'lerin başında bu gerçek anlaşıldı. Türkiye'de Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu, ülkemizdeki teknoloji politikasının belirlendiği yerdir. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan olarak 2004'ten itibaren bu kurulun toplantılarına katılmaya başladı. Sonra toplantılarda alınan kararların takipçisi oldu. Kararlar uygulamaya koyuldu. Mesela Göktürk uydusu, milli gemi bu kurulda alınan kararlarla hayata geçirildi.
Prof. Bahattin Türetken "Büyük hayalleri olan bir ülkeysek, Türkiye'nin kritik teknolojiyi elinde bulundurması şart" diyor.
TÜRK TEKNOLOJİSİ İNSAN ODAKLI OLMALI
- Peki katma değeri olan teknoloji üretme konusunda ne yapıyoruz?
- Bu tür teknolojiyi üretirken belirleyici olan olmayanı bulmaktır. Şimdi Türkiye'de WhatsApp'ın yazılımını yazacak bir sürü mühendis var. Oturup benzer bir program yazabilirler ama WhatsApp kadar etkili olmaz. Bizim yeni şeyler üretmemiz lazım. Bu da bir süreç meselesi. Bu konuda Güney Kore'nin gelişimi örnek alınabilir. Güney Kore bir tarım ülkesiydi, şimdi bir teknoloji devi. Nasıl oldu bu değişim biliyor musunuz, işe ilk önce eğitimden başladılar. İnsan kalitesini yükseltecek bir eğitim programı başlattılar. Sonuç ortada. Biz uzun zamandır çocuklarımızı adeta yarış atı gibi yetiştiriyoruz. Atatürk bilimsel düşünceye önem veren bir liderdi. Geometri kitabı yazdı. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan "Biz bilim insanlarının hizmetkarı olmaya hazırız" diyor. Ama PISA'ya göre bizim çocuklarımız en alt seviyede. Eğitim sistemimiz sil baştan değişmeli. Eğer güçlü bir ülke olmak istiyorsak bizim eğitimde, bilimsel ve özgür düşünme meselesini halletmemiz gerekiyor. Çünkü güçlü olmanın yolu teknoloji üretmekten, bu üretimi yapmanın yolu da insanına yatırım yapmaktan geçiyor.
- Kitapta ülkelerin teknolojilerini kategorize ediyorsunuz. İleride katma değeri olan teknoloji üretecekse Türkiye, o zaman sorayım Türk teknolojisi nasıl olmalı?
- Amerikan teknolojisi trendi belirler, Rus teknolojisi basit ama kullanışlıdır, Alman teknolojisi sıfır hatayla üretimi esas alır, Japon teknolojisi maliyet etkin bir teknolojidir. Türk teknolojisi hepsinden bir parça içermeli ama en önemlisi insan odaklı olmalı. Üreteceğimiz teknolojik ürünler, insanların değer yargılarını değiştirmemeli, onlara saygılı olmalı.
YETER Kİ DEVLET ARKAMIZDA DURSUN
- Teknoloji üretme konusunda sıkıtı yaşadığımız algısı var ama siz bunun çok da doğru olmadığını anlatıyorsunuz.
- Türkiye, cumhuriyetten sonra bilim ve teknolojiye hızlı bir giriş yaptı aslında. Nuri Demirağ ilk uçak fabrikasını kurdu, Türk mühendisler çok kısa sürede araba yaptı, meşhur Devrim Arabaları. Ama ne oldu uluslararası güçler ne uçak ne araba üretmemizi istedi ve bunları engelledi. İki olayda da projelerden vazgeçilme öyküsü çok da inandırıcı değil. O dönemin yöneticileri uluslararası güçlerin isteklerine şu ya da bu nedenle karşı koyamadıkları için bu projeler iptal edildi. Benzer şeyler bizim yaptığımız çalışmalarda da oldu. Ama devlet, siyasi iktidar sizin arkanızda durunca işin rengi değişiyor. Yani bizim mühendislerimizin bir şeyi yapmakla ilgili bir problemi yok. Yeter ki yapılan işlerin arkasında durulsun. Ki son yıllarda devlet yapılanın arkasında duruyor.
- Yani bilim insanlarımız, mühendislerimiz yapar yeter ki arkasında durulsun diyorsunuz
- Evet. Mesela Devrim Arabaları'nı yapan mühendisler gibi gece gündüz çalışarak altı ayda milli radarımızı yaptık. Yazılımından, donanımına kadar her şeyiyle bize ait bir radar ürettik. Şimdi milli bir radar niye önemlidir denilebilir. Daha önce kullanılan seyrüsefer radarlarında siz havada ya da denizde düşmanı tespit ettiğiniz an o da sizi tespit ediyordu. Ona göre önlem alıyordu. Ama bizim yaptığımız radar düşmanın sizi görmesini engelliyor. Hayalet radar yaptık yani.
- Aziz Sancar önsöz yazmış kitabınıza. Onun Nobel'i alması bilim dünyasında nasıl bir motivasyon sağladı?
- Aziz Sancar bizim için çok önemli bir model. Aziz Bey'in aldığı Nobel ödülü, beyin göçü gerçeğini ve beyin göçüyle giden insanlarımızın değerli işler yapabildiğini anlamamızı sağladı. Ama bilim dünyamıza bir özgüven de getirdi. Artık biz de yapabiliriz duygusu oluştu. Bu bilim insanlarının en önemli dayanağı olan motivasyonu tetiklediği için çok önemli.
TEKNOLOJİDE DIŞA BAĞIMLILIKTAN KURTULUYORUZ
- Uzaya uydu gönderecek bir teknolojiye sahibiz yani...
- Tabii. Türkiye'nin ilk uydusu TÜRKSAT 1A idi. 1995'te Fransa'dan atıldı ama bir roket arızası nedeniyle yolda uydu düştü. Yayın uydusuydu bu. Türkiye daha sonra askeri bir uydu yapmak istedi. Göktürk 1 adı verildi. Türkiye'nin de içinde bulunduğu bir konsorsiyum kuruldu. Uydunun yüzde 30'unda Türk mühendislerin çalışması planlandı. Biz de o zaman TÜBİTAK olarak çalışmaların bir kısmına dahil olduk. Konsorsiyumda Almanlar, İtalyanlar Fransızlar vardı. Ama adamlar teknolojiyi öğretmek istemiyor, işleri ağırdan alıyorlar. Türkiye o zaman ne yaptı? Kendi imkanlarıyla Göktürk 2 projesini başlattı. Göktürk 2, Göktürk 1'den önce Çin'den fırlatıldı. Yani Türkiye artık kendi uydusunu yapabilecek kabiliyette. Eller aya biz yaya derler ya, bu tarihe karışmış bir sözdür artık.
- Sonrasında neler üretildi?
- Milli gemimiz yapıldı, tankımız, radarımız, silahımız yapıldı. Milli uçak projemizde çalışmalar sürüyor 2023'te kısmetse ilk milli uçağımızın göklerde uçması planlanıyor. Böylece kritik teknolojide dışa bağımlı olmaktan kurtulmaya başladık.
- Teknolojiyi dışardan almak ne gibi sorunlar doğurur?
- Savaş gibi kritik süreçlerde dışardan aldığınız teknoloji sizin elinizi kolunuzu bağlar. Mesela size teknoloji veren ülke silahını, yazılımını, sistemini kullanmanıza izin vermeyebilir ya da sisteminizi kilitleyebilir. Yani sizin kendi iradenizle hareket etmeniz engellenebilir. Mesela uçaklarda dost ve düşman tanıma sistemleri vardır. Savaş anında gökyüzündeki uçakların kime ait olduğunu belirler bu sistem. O sistem içinde, istenirse gökyüzündeki Türk uçağı bir yazılım vasıtasıyla düşman uçak olarak tanımlanabilir ve siz kendi uçağınızı düşürmekle karşı karşıya kalabilirsiniz. Savunma sanayindeki millileşme hamlesine de zaten ilk buradan başlandı. Bu yazılımı kendimiz yaptık. Böylece öngörülebilir riskler bertaraf edildi.
FRANSIZLAR RADAR YAPMAMAMIZ İÇİN ÇOK UĞRAŞTI
- Uçak yapmamız araba yapmamız engellendi vakti zamanında. Peki bu tür bir teknoloji hamlesi yapılırken engellemeler olmadı mı?
-Olmaz olur mu? Mesela içinde bulunduğum için radar projesinden anlatayım olayı. Türkiye eksiden radarlarını Fransızlardan alıyordu. Sonra Türk mühendisler olarak bizler kendi radarımızı yapınca şaşırdılar sonra şöyle bir teklifle geldiler: Radarları size sattığımız fiyatın dörtte birine satalım. Ama bu teklife Türkiye sıcak bakmayınca bu sefer Türkiye'de radar fabrikası kurma teklifinde bulundular. "Sizin radar yapmanıza gerek yok nasıl olsa biz yapıyoruz ne gereği var" dediler ama aslında bu teklifler kendi radarımızı üretmememiz için taş koyma hamleleriydi. İşte devlet kararlılığı bu tür caydırma hamlelerine yüz vermeyince siz de ürettiğiniz teknolojiyi hayata geçirebiliyorsunuz.