Biz, Kiran Desai'yi ilk olarak Nobelli yazarımız Orhan Pamuk'un kız arkadaşı olarak tanıdık. Ardından çiftin Hindistan'da plajda çekilen fotoğrafları gazeteleri süsledi. Ve derken Pamuk'un birlikteliklerine dair resmi açıklaması geldi. Oysa 1971 doğumlu Desai de -tıpkı annesi Anita Desai gibi- son derece başarılı ve saygın bir yazar. En prestijli edebiyat ödüllerinden Man Booker'ın 2006 sahibi. Ödül alan romanı
Inheritance of Loss, bizde
Kaybın Türküsü adıyla, 1 Eylül'de Can Yayınları'ndan piyasaya çıkıyor. Desai'nin yedi yıllık zorlu bir sürecin ardından tamamladığı ve ana teması göçmenlik ve göçmenlik sorunları olan roman, Batı ile Doğu arasında sıkışmışlığın zorluklarını anlatıyor. Bir yandan da Hindistan'ın yüzyıllık tarihinden bir belgesel titizliğinde bahsediliyor. 14 yaşında ülkesinden okumak için ayrılıp, İngiltere ve Amerika'da yaşamaya başlayan, halen yaşamını New York'ta sürdüren Desai kitabında; ailesinin hikâyesine ve kendi göçmenlik deneyimlerinin izdüşümlerine de yer veriyor.
YAŞAR KEMAL'İ ÇOK SEVİYOR
Kiran Desai ile tanıştığımda ilk dikkatimi çeken doğal zarafeti ve güzelliği oluyor. Sıcak, samimi bir tavrı ve neşeli bir kişiliği var. Fotoğraf çekilirken bir kitapçının vitrinindeki Yaşar Kemal posterini fark ediyor ve "Onu çok severim, çok iyi dostumuzdur," diyor. O bir Başak burcu kadını. Yani titiz ve disiplinli olduğu kadar mahremiyetine de önem veren biri. Orhan Pamuk'la özelini anlatmaya pek yanaşmıyor, hatta bu konuda kesin talimatlar aldığı konusunda da şüpheler uyandırıyor, ama en azından ortada dolaşan bir dedikoduya ilk ağızdan cevap alıyor ve henüz evlenmediklerini öğreniyoruz. Mutlulukları ise tavırlarından okunuyor zaten. Kiran Desai, defalarca geldiği ve artık çok tanıdık hissettiğini söylediği İstanbul'da, son derece dingin ve yumuşak ses tonuyla ödüllü kitabı
Kaybın Türküsü'nü anlatmaya koyuluyor.
- Kitabınızın merkezini göçmenlik meseleleri oluşturuyor, ancak aynı zamanda küreselleşmenin karanlık yanlarına, eşitsizlik meseleleriyle terörizm gibi konulara da değiniyorsunuz.
- Bu konular doğal gelişti. Aslında Hindistan'da başlayan ve ardından New York'ta devam eden kendi hikâyemi anlatmaya karar vermiştim. Ancak sonra asıl yapmam gerekenin, ebeveynlerimin nesiller süren yolculuklarını keşfetmem olduğunu fark ettim. Bu yolculuk bende, şehre ilk geldiklerinde kenar mahallelerde yaşamak zorunda kalan ve din, aidiyet, anılarla ilgili sorunlar yaşamaya, giderek bir ulusa ya da dine ait olmak konusunda yeni fikirlere sahip olmaya başlayan, çok daha büyük ve farklı bir dünyayla pazarlık yapmayı öğrenmek zorunda kalan bireylerin, yani göçmenlerin, nasıl etkilendiklerini, buna nasıl cevap verdiklerini anlatma isteği doğurdu. Zaman değişti, ama Batılı ve Batılı olmayan dünya arasındaki denge durumu, bugün de aynı.
- Hikâye, sizin ailenizle de benzerlikler içeriyor mu?
- Çok sayıda paralellik olmakla birlikte direkt kendi ailemden alınmış karakterler yok; daha çok yarı kendi hayalimde tasarladığım, yarı tanıdığım gerçek insanlardan esinlendiğim karakterler... Ancak kitaptaki yargıç karakterinin 1930'lardaki Cambridge'e yolculuğu, kişilik olarak yargıca benzemese de kendi büyükbabamın hikâyesi aslında. Hindistan'da yaşanan politik kargaşada ülkenin farklı yerlerine gitmek, Himalayalar'da yaşamak da yine ailemin yakından tanıdığı bir durum.
- Roman bir tür masumiyeti kaybediş sürecini de anlatıyor değil mi?
- Romanımı pek çok kişiden çok daha farklı bir biçimde okumuşsunuz. Bu beni çok mutlu etti, çünkü söylediğiniz çok doğru ve bu bakış açısını ben de şimdi sizinle fark ediyorum. Bu kitapta fark ettiğim başka bir şey de kendi öfkem oldu ki daha önce varlığından hiç haberim yoktu. Belki de üzerimde rehabilitasyon etkisi oldu. Şimdi söylediğinizi düşünüyorum da sanırım bu kitaba ilk başladığımda ben de çok daha masumdum.
Her yerde ayrımcılık yaşıyorsunuz
- Bir göçmen olarak siz Amerika'da ne tür zorluklar yaşadınız?
- Öncelikle en temeldeki zorluklarla, kendi ülkenizinkinden farklı bir yaşam biçimi ve alışkanlıklarına sahip bir ülkeye uyum zorluklarıyla baş etmeye çalışıyorsunuz. Aşağılanmamak için değişmek zorunda kalıyorsunuz. Yalnızca bir uçağa binip, başka bir ülkeye gidebilmek için vize kuyruklarında sürünmek zorunda kalıyorsunuz -ki bu gerçekten korkunç olan duyguyu hiçbir Batılı gerçek anlamda anlayamaz. O kuyrukta beklerken kendinizi bir maymun gibi hissediyorsunuz. Batı ve Doğu arasında yaşamaya çalışmak ise son derece acımasız ayrımları kabul etmek anlamına geliyor. Teninizin rengi, yüzünüzün şekli gibi en yüzeysel farklılıklar nedeniyle bir ayrımcılık yaşıyorsunuz. Ben her yerde eşit oranda rahatlık ve rahatsızlık hissediyorum.
- Politika sizin için ne ifade ediyor?
- Hintli bir yazar olduğunuzda elinizde olmadan bu konulardan bahsediyorsunuz. Bu daha kullandığınız dilden başlıyor, asla kaçamıyorsunuz. Aslında her birimiz kaçınılmaz olarak politik bireyleriz. Bir yazar ise ister bunu direkt ifade etsin, ister dolaylı, bu onun için kaçınılmaz bir durum.
Orhan, ender bir yaratıcılık enerjisine sahip
- Türkiye'deki politik gelişmeler hakkında bilginiz var mı?
- Bu konu hakkında konuşmamayı tercih ederim, çünkü kendi ülkeme de bir yabancı gelip, ülkemin politikası hakkında konuştuğunda bunu hiç sempatik bulmuyorum.
- Orhan Pamuk'la bu tür konuları hiç konuşmuyor musunuz?
- Zaman zaman konuşuyoruz tabii ama biliyor musunuz Doğu ve Batı arasında bunca yolculuk ederken şunu fark ettim ki Amerikan basınında Türk dostlarımın bahsettiği konular hiç yer almıyor, bu konuda büyük bir eksiklik var.
-
Orhan Pamuk'la iki meslektaş, iki yazar olarak ilişkinizi merak ediyorum. Birbirinizin işlerine göz atar mısınız, eleştirir misiniz?
- Bu konuda Orhan bana göre çok daha avantajlı, çünkü son derece iyi düzeyde İngilizcesi var, oysa ben Türkçe bilmiyorum ve dolayısıyla onun kitaplarını ancak yayımlandıktan bir yıl sonra, İngilizceye çevrildiğinde okuyabiliyorum. Ve o da o sırada çoktan başka bir kitapla ilgilenmeye başlamış oluyor. Ender görülen bir yaratıcılık enerjisine sahip, yazmak konusunda takıntılı. Kafasında sürekli binlerce fikirle dolaşıyor. Tamamen yaratıcılıkla dolu, gerçek bir sanatçı ruhuna sahip. Kara Kitap'ı, onunla tanışmadan çok önce okumuştum. Anlattığı konuların, Hindistan'la ne kadar çok paralellik bulundurduğunu düşünmüştüm. İçinde yer alan spiritüel tartışmalar ise bana bir çeşit mistik deneyim yaşatmıştı. Onunla birlikte aynı evde çalışıyor olmak ise harika bir şey. Yazı yazmak, duygusal olarak sizi çok zorlayan bir şey ama ben bir yazarla birlikte yaşamaya annemden alışkınım, bu benim doğalım zaten. Yazı yazarken aynı odada, yan yana oturup çalışıyoruz, ara sıra dönüp birbirimizle merhabalaşıyoruz.