Hadise ile ilgili yorumumu final sonrasına saklıyorum. Ancak şu kadarını söyleyebilirim ki, "ekstralar" Hadise'yi yormuş. Bedenen ve ruhen cumartesiye kadar mutlaka dinlenmesi gerekiyor. Zira hem kostüm, hem düzenleme, hem performans hem de koreografi olarak TRT'nin yılbaşı gecesinden geride kaldığını düşünüyorum. Bugün asıl sözünü etmek istediğim konu ise Eurovision rejisi... Rusya'daki, bugüne kadar gördüğüm en berbat reji, ses düzeni ve sahne tasarımıydı. Pek çok şarkıda (bizimki de dahil) vokaller, solistlerin sesini örttü. Baskın olması gereken enstrümanlar duyulmadı. Bizim ekibimiz ise sahnede adeta kayboldu. Zira kırmızı kostümler, fondaki kırmızı ağırlıklı görsel efektlerle birleşince izleyici açısından "algılama ve ayırt etme güçlüğü" ortaya çıktı. Hele kamera genel plana geçtiğinde tam bir görüntü kirliliği yaşandı ve pek çok şov bu nedenle güme gitti. Bizim şovumuzun en çarpıcı yeri "Düm Tek Tek" nakaratında Hadise ve dansçılarının yaptığı o keskin göbek hareketiydi. Reji bunu sadece "bir buçuk kez" seçebildi. Her yıl olduğu gibi gurbetçi oyları, temsilcimize büyük bir avantaj sağlayacak. Ama finalde Hadise'nin işinin "öngörüldüğü kadar" kolay olmayacağı da aşikâr...
* * *
Onlar ermiş muradına...
Binbir Gece masalı "beklenen" sonla noktalandı. Finalde izleyicileri şaşırtan hiçbir şey olmadı. Şehrazat, Onur'a, Bennu ise Kerem'e kavuştu. Yani onlar erdi muradına, biz çıktık kerevetine... Tek şaşırtıcı gelişme, Füsun- Ali Kemal cephesinde yaşandı. Ali Kemal 2 bin lira maaş ve mütevazı bir eve razı oldu. (Şimdilerde bu çok büyük bir nimet ya, neyse) Benim asıl inanamadığım ise bir dönem hırsıyla, paragöz tavırlarıyla evde adeta terör estiren "Cadı" Füsun'un nasıl olup da bir anda hidayete ererek, tevekkül sahibi bir kadına dönüşmesiydi. Bilirsiniz, hani filmlerin sonunda daktilo tıkırtısı eşliğinde "Şimdi ne yapıyorlar?" bölümü verilir. Ben de Binbir Gece karakterleri için benzer bir projeksiyon yaptım...
ONUR İLE ŞEHRAZAT: Şehrazat bundan önce iki kez nikah masasından kaçtığı için hiçbir belediye onların nikahlarını kıymaya yanaşmaz. Çift, şimdilerde mecburen imam nikahıyla yaşamaktadır.
KAAN: Sürekli evden kaçan, kime baba, kime abla diyeceğini bilemeyen zavallıcık, psikolojik tedavi görmektedir.
KEREM İLE BENNU: Kerem sadece ceketini alıp, Amerika uçağına bindiği için havaalanında gözaltına alınarak, terörist şüphesiyle Guantanamo hapishanesine kapatılır. Bennu ise bir viski fabrikasında iş bulur. Ama fıçıları delip, içtiği için bir klinikte tedavi altına alınır.
ALİ KEMAL İLE FÜSUN: Dizide önüne gelenden çocuk sahibi olan Ali Kemal "öz sermayesi ile" bir sperm bankası kurar. Füsun ise sabır taşına dönüşür ve tasavvufa yönelerek kadın semazen olur.
BURHAN BEY İLE NADİDE HANIM: Gemiyle dünya turuna çıkmak isterlerken, bu kez de insan tacirleri tarafından dolandırılırlar. Sicilya açıklarında batmak üzere olan bir mülteci teknesinden son anda kurtarılırlar.
GANİ: Asker dönüşü evinin bahçesinde mühimmat çıktığı için bu kez de Ergenekon'dan içeri alınır.
* * *
Hayat kazan, onlar kepçe!
Önceki gün Ümraniye'deki gecekondu yıkımı sırasında kepçe operatörü Ramazan Uğurlu iki kurşunla yaralandı. İlk bakışta artık ne yazık ki kanıksamaya başladığımız rutin bir kent haberi olarak görünüyor. Ama kim bilir bu haberin perde arkasında hangi gerçekler var. Hep merak etmişimdir, gecekonduları polis eşliğinde yerle bir eden ve en büyük tepkiyi alan günahsız kepçe operatörleri nasıl yaşar, ne yer, ne içer? O dermeçatma evleri yıkarken, neler hisseder? Son zamanlarda birbirinden müthiş haberleri ile "saha gazeteciliğinin" en güzel örneklerini veren sevgili üstadımız Savaş Ay'a haddim olmayarak sipariş vereyim: Şu kepçe operatörlerinin hayatlarını bir mercek altına al sevgili Kaptan. Eminim, hiçbirimizin düşleyemeyeceği hikayeler bulacaksın. Ve eminim, o kepçe operatörlerinden büyük bir bölümünün kaçak gecekondularda yaşadıklarını görüp, bir kez daha hayatın cilvesine şaşıracaksın. Gazeteciliğimin ilk yıllarında Gülhane Parkı'ndaki bir aslan bakıcısı ile röportaj yapmıştım. Daha sonra beni evine davet edip, ailesi ile tanıştırdı. Ümraniye'de iki göz bir gecekonduda yaşıyordu. Akşam yemeği olarak sofrada sadece mercimek çorbası ve zeytin vardı. Çocuklarının ağzına, çekirdeklerini çıkarttığı zeytinleri sokuşturuyordu. Oysa bir kaç saat önce onu, bakıcılığını yaptığı koca aslan Ece'yi taze bonfile ile beslerken görüntülemiştim. Aslana bonfile, çocuklarına zeytin... O röportajla ödül almıştım...
* * *
Silah sesi telefonunuzda!
Artık "Pes" bile diyemiyorum... Şu "Bilmem ne yaz, bilmem kaç numaraya gönder, bilmem ne sesi telefonuna gelsin" reklamlarından sonuncusunu hayret ve dehşetten fal taşı gibi açılmış gözlerle izledim. Alt yazı şeklindeki reklamda "SİLAH yazıp, .... numaraya gönder, gerçek silah sesi telefonuna gelsin" diyorlardı... Yahu bu nasıl bir zevktir? İnsan, telefonunun gerçek silah sesi ile çalmasını niye ister ki? Silah sesi; dünyanın en rahatsız edici, en huzursuzluk veren, en çok ölümü çağrıştıran sesi değil mi? Hele terörden, töreden her yıl yüzlerce insanını toprağa veren, silahların neredeyse hiç susmadığı bir ülkede günde 30 kez gerçek silah sesi duymayı istemek, hangi ilkel zevkin uzantısı, hangi kabile adetinin ihtiyacıdır? Düşünün: 10 kafadar maça gitmiş. Hepsinin de cep telefonunda gerçek silah sesi yüklü. Muzırlık olsun diye hepsi aynı anda birbirinin telefonunu çaldırıyor. Haydi ayıklayın şimdi pirincin taşını...
* * *
TRT'nin kaç TV kanalı var?
BU soruyu kaçınız düşünmeden, internete girmeden doğru yanıtlayabiliyor? Eminim ki çok azınız... Efendim, TRT'nin şu anda yayın yapan 9 televizyon kanalı var. Çok yakında bu rakam 10 olacak. Sayayım: TRT 1, TRT 2, TRT 3, TRT 4, TRT Türk, TRT GAP, TRT Avaz, TRT Çocuk, TRT 6 ve çok yakında yayına başlayacak olan TRT Müzik... Tam 10 televizyon kanalı... Sadece devlete ait... Pek çok Avrupa ülkesinde ulusal televizyon kanallarının toplamı bile bu sayının altında. TRT büyük bir yayıncılık hamlesine girişti. Ama önemli olan; kanal sayısını arttırmak kadar, o kanalların içini de doldurmak. Ayrıca yeni açılan kanalların, devletin sırtına yük bindirmemesi için bunların "reklam pazarlamasını" da en iyi şekilde yapmak gerekiyor. TRT'nin yayın yelpazesini ve etki alanını arttırmak adına bu hamleye girişirken de "Kervan yolda düzülür" şeklindeki köhnemiş Şark zihniyetinden hızla uzaklaşmak lâzım. Bir hatırlatayım dedim...
* * *
ZAP'TİYE
Mardin'in
Bilge köyünde okullar açıldı. Ve her felaketten sonra olduğu gibi aynı haber manşetlere taşındı:
"Okulda en acı yoklama!.." Önemli olan oradaki çocukları
varken saymak, yokken değil!..
* * *
NE DEMİŞ?
Okurumuz Emre Tekgör,
TRT haberleri sırasında Eurovision'la ilgili verilen altyazıya takılmış: "
Yurtdışı oyları çok önemli..." yazıyormuş. Emre soruyor: "Merak ettim de, yurtiçinden oy atmak mümkün müydü ki?.."
* * *
GAF KÜRSÜSÜ
Tam da "Behzat Uygur yeniden sunuculuğa başladı ama artık bizim Gaf Kürsüsü'ne hiç malzeme vermiyor" diye yakınırken,
Behzat arayıp, kendini ihbar etti: "Atladın herhalde... Korolar Çarpışıyor'da Adana yöresinden söz ederken mumbar yemeğine 'mundar' dedim...." Hah, şöyle Behzat'ım! Vallahi senin için endişelenmeye başlamıştım!