Şimdi kalkıp 'Yaaa inanamıyorum, bu kadınlar yüzlerine neden bunu yapıyorlar?' girişiyle birilerinin tercihlerine burun kıvıran bir yazı yazmayacağım.
Derdim başka, derdim anlamak ve 38 yaşında biri olarak bir gün bu tuzağa düşebileceğim ihtimalini cebimde tutarak kendimi/ bu yazıyı okuyan birilerini uyandırmak.
Günlerdir Meryem Uzerli'yi düşünüyorum.
Tabii oturup yalnızca onu düşünmüyorum;
Cannes Film Festivali'ne gitti ya Meryem, sürekli sağda solda fotoğrafları çıkıyor ya, işte onları gördükçe düşünüyorum.
Hem Meryem'i, hem de Meryem gibi beden-yüz imgesinin ayarını kaçırmış kadınları...
AYNA YANILGISI
Karşı karşıya olduğumuz şey; sadece ünlüleri değil, dünyadaki birçok kadını etkisi altına almış bir ayna yanılgısı. Öyle bir yanılgı ki; gözle gördüğünün iyi mi kötü mü, güzel mi çirkin mi olduğunu ayırt edemez hale geliyor insan.
Diyelim, anoreksiya hastaları gibi...
Ne kadar zayıf olsalar da kendilerini aynada kilolu görüp hiç yemek yemez oluyorlar.
Siz ne kadar onlara 'Yeter artık çok kötü oldun, sağlıksızsın' uyarısında bulunsanız da onlar anlamaz, sizin gerçeği göremediğinizi düşünür. Kendilerini öyle beğenirler.
Dumanı üstünde tüten örneğimizle devam edelim. Meryem Uzerli, güzeller güzeli bir kadın. Dudakları, kocaman gözleri, şahane gülümsemesi, uzun boyu, sarı saçları... Gencecik, başarılı, seviliyor... Biz onu doğallığıyla, sempatikliğiyle bağrımıza basmıştık zaten.
Ve fakat son zamanlarda gördüğüm Meryem Uzerli'yi görmemiş olmayı diliyorum. Yüzüne yaptırdığı dolgular, botokslar, Hollywood bilmemneleri (Zaten bir estetik müdahalenin başına Hollywood koydun mu bütün kadınlar kuyrukta) onu bambaşka biri haline getirdi. Allah aşkına bu kim?
Yabancı topraklarda bir terim bulmuşlar; gerçek halinden uzaklaşan yüzler için Too Far Face diyorlar. Kabaca Türkçeleştirirsek 'Başını alıp gitmiş yüz', 'Kendinden uzak yüz'; artık siz ne derseniz. Gerçekliğinden kopup giden kişi, daha, bir daha düzeltmek, biçimlendirmek istiyor yüzünü.
Her bir kırışıklığın dolmasını, çenesinin sivri olmasını, elmacık kemiklerinin çıkmasını, kaşlarının yukarı kalkmasını, dudaklarının kalınlaşmasını...
BAŞKASI OLMA KENDİN OL
Yetmiyor da yetmiyor. Ayar yok, kıvam yok... Göz gerçeği görüyor işte, bir türlü memnun olunamıyor. Sonuçta aynı fabrikadan çıkmış sahte ve yanık plastik kokusu yayan suratlar dört bir yanımızı sarıyor.
Herkes orijinal olmak isterken, 'başkası olma kendin ol' çığlıkları atılıp tüm kişisel gelişim dünyası kendin olmaya yatırımını yaparken şahit olduğumuz bu aşırı yüzlere durun diyen çıkmıyor.
Gerçekten her defasında içim parçalanıyor.
Gidin Bağdat Caddesi'nde bir kafeye; genç kızlar bile dolgu dudaklar, botokslar içinde.
Yanlış anlaşılmasın, tatlı tatlı yapılan estetik müdahalelere karşı değilim; bu aşırılık ve aslından uzaklık mücadelesi ürkütüyor beni.
Söz ettiğimiz şey sadece gençlik/güzellik takıntısı değil, psikolojik bir salgın. Hangi sosyal statüden, hangi meslekten olursa olsun herkesin Instagram fotoğraflarını filtrelere (incelten, cildi bebeksileştiren, renkleniren filtreler) boğmasına sebep olan da 'Hani benim like'ım?' çırpınışındaki bu psikolojik salgın işte.
ADI KONMAMIŞ MODA AKIMI
Mesela 'Meryem Uzerli gibi bir kadın kendine bunu niye yapar?' sorusunu sorunca, benim aklıma şu cevaplar geliyor: Yaşamından mutsuz herhalde, kendisini beğenmiyor, bazı şeylerin eksikliğini çekiyor, gençlik kaygısına kapılmış...
Fakat cevabımı bunlarla sınırlamam durumu kavruk anlatır. Bu; adı konmamış bir moda akımı, çaresizce onay arayışı, aynada gördüğünde sürekli bir kusur bulma takıntısı.
Yahu zihnin oyunu işte! Bizi oyalamak, bildiğimizden etmek, uyuşturmak, aynılaştırmak için ince ince zihnimize işledikleri doğruların, trendlerin kurduğu tuzağa düştük işte.
Gününden mutlu, bedeninden mutlu, özüyle barışık, üretken, her halini seven (Ve yine dönüp dolaşıp aynı yere geldik 'kendini seven') kimse, yüzüyle böylesine oynamaz, gerek duymaz çünkü.
Finale giderken; sürüden olursak sürüneceğiz, bir gün aynaya bakınca gördüğümüze üzüleceğiz derim sizlere.
Bize ayrılan köşenin sonuna geldik ama bu konuya ara ara devam edeceğim...