Şu anda insanlarımızı en fazla ilgilendiren konunun domuz gribi tehlikesi olması gerekiyor. Ne kabine değişikliği, ne IMF anlaşması, ne AB’ye üyelik, ne Ergenekon ne de magazin ünlülerinin özel hayatları... Gözlemlediğim ve hissettiğim kadarıyla durum, herkesin sandığından çok daha tehlikeli bir boyut kazanıyor. Bunu “panik yaratmak” için söylemiyorum. Yakın tarihte dünya böyle bir küresel tehlike ile sarmalanmamıştı. Eğer Dünya Sağlık Örgütü (WHO) alarm seviyesini en yüksek derece olan 6’ya çıkarırsa, dünyada hayat duracak. Toplantılar yasaklanacak, seyahatler kısıtlanacak, okullar tatil edilecek. Başta ekonomi olmak üzere tüm çarklar stop edecek. Bu salgın, mevcut küresel ekonomik krizi iyice kontrolden çıkaracak. Kısıtlı olan kaynaklar korunma ve tedaviye aktarılacak. Ve -Allah korusun- kitleler halinde ölümlerle sarsılacak yaşlı gezegenimiz kocaman bir karantina bölgesine dönüşecek. Durum bu kadar vahimken, televizyonlara bakıyorum... Ekranlara tam bir “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” durumu hakim... “Yüzyılın vebası”, gündüz programlarında ikişer cümle ile geçiştiriliyor. “Türk’e bir şey olmaz” aymazlığından bir türlü kurtulamıyoruz. Allah bu cennet ülkeyi her türlü uğursuzluktan korusun. Ama biz önce eşeğimizi sağlam kazığa bağlayıp, ondan sonra duamızı edelim. Nerede domuz gribi hakkında bilgilendirici, uyarıcı klipler? Nerede uzmanların katılacağı domuz gribi eksenli Siyaset Meydanı, 32. Gün, Arena? Varsa, yoksa kısır siyasi çekişmeler... Soruyorum: Bir gün toprak üstünde insan kalmazsa, kime siyaset yapacaksınız?
Pilotluk çocuk oyuncağı mı?
Yıl 1994... Rus Aeroflot şirketine ait A 310 Airbus tipi yolcu uçağı kalkışından kısa bir süre sonra Sibirya’da yere çakıldı. O zamanlar Rus makamları kaza nedenini “uçakların motorlarındaki ani güç kaybı” olarak açıklamışlardı. Geçen hafta History Channel’da izlediğim “Uçak Kazası Raporu” adlı belgeselde kazanın gerçek nedenini öğrenince şoka uğradım. Belgesel, eski uçak kazalarının açıklanmayan tutanaklarını ve araştırma raporlarını yayınlıyordu. 1994 yılında 145 kişinin ölümüyle sonuçlanan kazanın uzun süre gizli tutulan kara kutu ses kayıtlarında uzmanlar bir garipliği keşfetmişlerdi. Uçuş ekibi dışında kimsenin bulunmaması gereken kokpitten iki çocuğun sesi geliyordu. Ve acı gerçek sonradan anlaşıldı. Uçakta kaptan pilot Kudrinsky’nin 10-12 yaşlarında iki çocuğu da seyahat etmekteydi. Pilotun bir yakını, kalkıştan bir süre sonra çocukları, babalarını iş başında görmeleri için kokpite götürmüştü. Baba, son model A 310’nun göz alıcı kaptan koltuğuna 10 yaşındaki oğlunu oturtmuştu. Uçak, otomatik pilota bağlı olduğu için kaptan güven içinde diğer arkadaşlarıyla sohbete koyulmuştu. Ancak küçük çocuk bir ara kumandaları yukarı-aşağı oynatınca, uçak kısmen de olsa otomatik pilottan çıkıp, sağa doğru hafifçe dönmeye başladı. Kaptan Kudrinsky ve yardımcıları bu sapmayı fark ettiklerinde artık çok geç olmuş, uçağı kurtaracak manevraya zaman kalmamıştı... Kıssadan hisse: Otomatik pilot da insan yapımıdır ve uçak kullanmak asla “çocuk oyuncağı” değildir!
Cam kırığından pırlanta
Anneler Günü yaklaşırken, pırlantacılar yine televizyonlarda boy gösterip, duruyorlar. Zaten yakında Anneler Günü ve Sevgililer Günü birleştirilip, "Pırlantacılar Bayramı" olarak kutlanırsa, hiç şaşırmayacağım... Bir mücevherat firmasının yeni reklam filmi ise gözüme takılıp, duruyor. Reklamda "Var mısın Yok musun?" yarışması ile şöhreti yakalayan ve daha sonra TRT 1'in Cam Kırıkları adlı dizisinde rol olarak oyunculuğa adım atan Nursel Ergin oynuyor. Nursel'in parmağındaki göz alıcı yüzüğü gören kız arkadaşı, bu hediyenin bir petrol kralından geldiğini sanıyor. Nursel ise durumu açıklıyor: "Bu yüzük 7 ayrı minik taşın birleşiminden oluşuyor aslında. Ortadaki büyük taşın çıkıntılı olması da ışıltısını arttırıyor. Bu büyüklükteki tek taşlar 9 bin 900 lira. Oysa benimki sadece 990 lira... Petrol kralından daha büyük düşünüyorum ve daha akıllıyım..." Haydi buyurun bakalım... Pırlantalar bir süredir televizyon reklamlarında erkeğin "sevgi ölçütü" olarak öne çıkartılıyordu. Şimdi de kadınlar, zeka dereceleri, tercih edilen yüzükten anlaşılacak!.. Reklam, "tek taşımı kendim aldım" diyen kadınların sayısını arttıracaktır kuşkusuz. Ama 9 bin 900 liralık tek taş dururken, 990 liralık "parçalı bulutlu" yüzüğü alan kaç erkek gerçek hayatta "zekasından ötürü" takdir görecek, işte orası kuşkulu... Bir de minik parçalardan tek taş pırlanta yaratma hevesindeki reklamda "Cam Kırıkları" dizisinin başrol oyuncusunun kullanılması ne kadar akılcı, o da ayrı bir tartışma konusu!..
Daha ne olacak?
Mardin'deki katliamın üzerinden neredeyse bir gün geçti. Ekranlara bakıyorum, kimse istifini bozmuyor. Gündüz yayınlarında bir ağırlaştırma girişimi yok. Yine "vur patlasın, çal oynasın" durumu devam ediyor. Şarkılar, türküler tam gaz... Oysa tam 45 vatandaşımız katledilmiş. Aralarında kundaktaki bebekler var. Bu çağda böyle bir zihniyetin lanetlenmesi gerekirken, biz hâlâ gündüz programlarında hangi bitkinin hangi tür selülite iyi geldiğini tartışıyoruz. Öte yanda iki aslan gibi evladımız daha şehit olmuş. Hollanda'da Kraliçe'ye suikast girişiminde 4 kişi öldü, adamlar bir hafta genel yas ilan ettiler... Günahsız bebeleri, gerdek yerine mezara girenleri, aslan gibi Mehmetçikleri kaybetmemizden daha tehlikeli bir gelişme var: İnsanlığımızı kaybediyoruz, insanlığımızı!..
Minikler ağlamasın
Bir dostum telefonla bildirdi. Star'daki Kayıp Prenses dizisini izleyen minik kızının "şikayetini" dile getirdi. Dizideki küçük kızın evdeki bakıcısı Efsun Teyze, trafik kazasında ölmüş. Küçük kız da neredeyse o koca bölüm boyunca buna ağlamış... Tabii, ekran karşısındaki minik izleyiciler de... Belli ki yapımcılar ile oyuncu Selin Dilmen arasında anlaşma sağlanamadığı için ya da bir başka "teknik" nedenden ötürü, Efsun Teyze ile dizinin yolları ayrılmak zorunda kalmış. E madem öyle, niye kadını öldürürsünüz ki? Seyahate yollayın, başka bir şey yapın... Zaten televizyon dizilerinde bölüm başına neredeyse iki ölüm vakası yaşanıyor. Bari masal tadındaki çocuk dizilerinden ölümü biraz uzak tutun. Tamam, ölüm de hayatın gerçeği... Her gün önünden geçtiğim Zincirlikuyu'daki mezarlığın girişinde yazan ürpertici cümlede olduğu gibi, "Her fani bir gün ölümü tadacaktır..." Ama hiç olmazsa hayatın, yaşamanın biraz daha keyfine varsın şu minicik yürekler... Aceleniz ne?
NE DEMİŞ?
Tayfun Talipoğlu, TRT1’deki “Nasılsınız?” programında radyo programcısı Muzo’ya soru sorarken, söze şöyle başladı: “Sizi sesinizden dinleyenler...” Sonra ağzından çıkan cümlenin tuhaflığının farkına varıp, düzeltti: “Başka nereden dinleyecekler ki... Benimki de laf...”(Bam Teli’nin çekimleri sırasında talihsiz bir kaza geçirip, hafif yaralanan sevgili Talipoğlu’na bir kez daha geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.)
ZAP’TİYE
Mardin’deki
“düğün”, boğazımıza
“düğüm” oldu.
“Nişan” evi
“nişangaha” döndü.
“Töre” ne tören tanıdı, ne yar, ne yaren... Töreniz batsın!...Kan davanız da...Hangi kan davası,
“can davasından” öte? Cevabınız yok değil mi? Katiller!..
GAF KÜRSÜSÜ
FOX'taki Mehmet Ali Erbil'le 50 Sarışın yarışmasına katılan uzun yol kaptanı hangi soruyu bilemedi dersiniz? "Marmara Denizi'nde bulunan adalara ne ad verilir?.." (Doğru yanıt: Prens Adaları)