İlkokul çocuklarının RTÜK'e gönderdikleri mektuplarda; ailelerinin çok fazla televizyon izleyip kendilerini ihmal etmelerinden yakınmaları, hele hele bazılarının teknolojisiz bir dünya istemeleri acı bir tabloydu...
Türk halkının televizyon ve internet bağımlılığından bahsettiğim yazımda; sobalı evlerde geçen çocukluk anılarına yelken açar gibi olup vazgeçmiştim.
Bir okuyucum bana e-posta atıp "Keşke paylaşsaydınız, nostalji iyidir, anlamlıdır" demiş. Anılar anlamlıdır ama acıtır insanı...
Şimdi sokakta oynamak yerine evde YouTube'ta dolaşmaktan, hareketsizlikten obez olan çocuklara ya da dizi ve internet bağımlısı ailelere 80'li yılları hatırlatmanın bir anlamı olur mu acaba?
Anne ve babalar geçirdikleri kıyak çocukluk yıllarını hatırlayıp çelik çomak, kuka, uzun eşek, sek sek, beş taş ve diğer oyunları evlatlarına öğretirler mi?
Olmadı aşağı mahalleyle maç ayarlarlar mı?
SALÇALI EKMEK
Haklısın okurum, neydi o günler? Sabah dışarı çıkar, öğlen annenin sepetle indirdiği salçalı ekmeği kemirir, akşam ezanına kadar oynardık.
Tek vuruş diye bir oyun vardı; ne camlar kırmıştık çocukken. Gürültü yaptığımızda, yaşlı teyzenin döktüğü su bile mutluluk kaynağıydı.
su bile mutluluk kaynağıydı. Suyun altına geçer, güler, şımarırdık. Telli arabamız şimdiki Transformers'ların yanında çok ilkeldi ama bizimdi. Biz lambalar ve çıkartmalarla süslerdik, bir şeyler yaratırdık. Gazoz kapağı bile yeterdi bize.
Yağmur yağdıktan ve her yer çamur olduktan sonra bile oynanacak oyun vardı; çivi saplamaca. Güzel günlerdi...
12 Eylül'ün, ailelerimizi silindir gibi ezip geçtiği yıllardı ama biz çocuklar mutluyduk. Çünkü mutlaka her mahallede tırmanılacak bir incir ağacı vardı.
Şimdiki çocukların en büyük eksikliği belki de "Hadi kuzucuklarım yatağa" diyecek bir Adile Naşit'lerinin olmaması...