Bu hafta sizleri, tanışır tanışmaz içimi kıpır kıpır ettiren, önce TRT Şeş'in açılış günü söylediği Kürtçe türküyle, sonra da kadının özgürleşmesi ve kendi kendine yetmesi yolunda verdiği yaşam mücadelesiyle beni kendisine hayran bırakan Meclis'in genç kadın vekillerinden Gülşen Orhan'la tanıştırmak istiyorum. Eminim ki hepiniz onu 40 yaşına taşıyan bu yaşam öyküsünden çok etkilenecek ve bu söyleşiyi muhakkak arşivinize alacaksınız. Çünkü onun öyküsünde aslında Türkiye'nin bir an önce neden demokratikleşmesinin gerekliliğini anlatan ayrıntılar olduğu kadar, aynı zamanda bunların çözümüne dönük neler yapılabileceği konusunda bize yol gösteren argümanlar da var! İşte, beyazperdeye aktarılsa izleyen her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını kâh göz yaşına boğacak, kâh göğsünü kabartacak AKP Van Milletvekili Gülşen Orhan'ın o müthiş öyküsü!
Kaç yaşında Türkçe öğrendin?
Okula başlayınca. 5 yaşındaydım.
Hayret! Biz oralarda kızların mümkün olduğunca okula gönderilmemeye çalışıldığını biliyoruz hep!
Aslında öyledir. Ancak babam aklı yeten çocuğunun bir an önce okuma-yazma öğrenmesini istedi.
Bütün kardeşlerin okudu mu peki?
4 erkek 3 kız kardeşiz. 2 kardeşim lise mezunu. Geri kalan avukat, edebiyatçı, kamu yöneticisi, öğretmen ve inşaat teknikeri oldu.
Bunu Bahçesaray'da mı başardınız ailece?
Sadece ilkokulu ve ortaokulu orada okuduk. Evimiz okula çok uzaktı. Çok soğuktu ve minicik bedenlerimizin o soğuktan etkilenmemesi için babam yürütmezdi bizi. Köyün en güçlü adamından beni ve ağabeyimi omuzundaki heybede taşıması için rica etmişti. Heybenin birinde ben, birinde ağabeyim gittik geldik. 11 kişilik sınıfta tek kız bendim. İlçede lise olmadığı için Van'a gittik.
Ama liseden sonra bir şanssızlık olmuş heralde...
Evet. Her zaman okumama karşı çıkan bir amcam vardı. Babam üniversiteye yollamaya kalkınca "Kız dediğin bu kadar okumaz. Yeter" dedi. Sınavı kazanmama rağmen okumamı engelledi. Babam çok üzüldü ancak aile içi huzursuzluk olmasın diye direnmedi.
Sonra?
Sonra diğer amcamın inşaat mühendisi oğluyla evlendim. 1990'dı. Ankara'ya yerleştim. Ev kadını oldum. İçimde hep bir kırgınlık vardı ama mümkün olamadı o şartlarda okuyabilmek. Sonra oğlum da dünyaya gelince kendimi sadece aileme verdim. Ancak 1999'da çok değerli olan eşimi bir trafik kazasında kaybettim.
Çok üzücü gerçekten...
O yılları hatırlamak bile istemiyorum. Oğlum ve benim için zor yıllardı. Yeniden Bahçesaray'a döndük. O yıl küçük kardeşim üniversite sınavlarına hazırlanıyordu. Ben de onunla birlikte çalışmaya başladım. Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'ni kazandım. Amcam yine itiraz etti ama babam çok duygulandı ve "Kim ne derse desin gideceksin sen o üniversiteye" dedi. Sonra da oğlumu ve hukuk fakültesini kazanan kardeşimi yanıma alıp Ankara'ya döndüm. Bir yandan onları okuttum, bir yandan da üniversiteye gittim ve sonunda hep içimde ukte kalan olayı tamamladım.
Siyaset var mıydı hayallerin arasında.
Okumak vardı ama o yoktu! Siyasete girmemi babam istedi. Babam Naci Orhan, Bahçesaray Belediye Başkanı idi o tarihlerde. Doğrusu, ben istemiyordum. Uzaktım doğrusu ama babamın siyasete bakış tarzı ve AK Parti'nin de siyasette oluşu "Olabilir" kıldı bunu.
Koltuğu da siyaseti de sana bıraktı yani.
Evet. "Ben yoruldum sıra sende" deyip zorladı beni.