Hava 22 derece... Oh be! Mis! Buzz gibi kışı geride bıraktık. İnsanın içi kıpır kıpır oluyor, sokaklara çıkası, parklara yayılası geliyor. Tabii ara ara bastıran bahar uykusu da gündem başlıklarından biri. Durup durup kenara kıvrılıp şekerlerme yapasım geliyor.
Attım kendimi dışarı, gittim Bebek Kahve'ye... Söyledim limonlu çayımı, yazıları buradan yazıyorum. Yan masada oturan iki kadın hararetli hararetli konuşuyor.
Mevzuları başka bir kadın. Esasen o kadını seviyorlar ama hayatı yaşama biçimini anlamıyorlar.
'Kendine bunu nasıl yapar ya!' 'Hayatını harcadı.' 'Bilmem nerede çalışmaya devam etse, şimdi şu kadar maaş alıyordu.' 'Akılsız bu kız, akılsız.' 'Yazık vallahi!' Sanırım, söz konusu kadın biraz tutarsız bir arkadaş. Girdiği işlerde uzun süreli kalamıyor, ilişkilerini yürütemiyor, güzel bir kadın ama değerini bilmiyor. Yandaki iki kadın da onun bu haline üzülüyor, hatta eleştiriyor. Sohbetlerinin teması 'Ne yapsak?' Dönüp şöyle diyesim geliyor: Bi' şey yapmayın; bu onun hayatı, ne yaşayacaksa yaşayacak... Bu onun sınavı, onun yolu, onun seçimi, onun vazgeçişi. Salın iplerini, yargılamayın; siz kendi yaşamınıza bakın. Eğer o değişmek istiyorsa ve buna hazırsa zaten yapacaktır. Sizden de gerekirse yardım isteyecektir. Dışarıdan bakıp herkesin hayatı için türlü türlü yorum yapılabilir ama bir de onun yerinde olmak var.
Ama demiyorum, ben de onlara karışmış olmak istemiyorum. 'İyisi mi bunu yazmalıyım' diyorum.
Yazıyorum, yazdım, bitti. Anlayan anladı, gitti.