Umutsuzluk, geçmek bilmeyen yorgunluk, bıkkınlık, hücrelere işlemiş başarısızlık hissi, uyku sorunları, iştahta dengesizlik, telaş, panik, stres, baş edilemeyen korkular, dikkat kaybı, düşük enerji, pes etmişlik, suçluluk duygusunda kavrulmak, özgüven kaybı, şuradan şuraya gitmek istememek, başlamaktan korkmak...
Tüm bunlar ve daha fazlası eşittir depresyon.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) raporuna göre, 2030 yılında dünyayı kasıp kavuracak ve büyük sıkıntı yaratacak en önemli hastalık depresyon olacak.
Bedelini de topluca ödeyeceğiz çünkü üretim kısırlaşacak, ekonomi tepetaklak olacak, mutsuzluk dalga dalga yayıldığı için bu durum başka hastalıklara sebep olacak, intiharlar artacak...
Tamam, canınızı sıktım biliyorum, felaket habercisine döndüm ama depresyona girmemizin en önemli nedenlerinden biri, gerçekliğimizden kopmamız.
Bkz: Sosyal medyanın ve teknolojinin etkisi...
Küçük bir Instagram turu atmanız bile durumla yüzleşmenize yeter. Aşırılık aldı başını gidiyor. Ettiğimiz kahvaltı ennnn lezzetlisi, yaşadığımız aşk ennn romantiği, türlü türlü kombinler, eller havaya eğlenceler, müthiş başarılar, olağanüstü seyahatler içerisindeyiz. Tabii esasen hiç de öyle değiliz; sadece mış gibi yapıyor, elaleme öyle gösteriyoruz.
Bu sanal yaşam da duygularımızı inkar etmemize, iletişim kuramamamıza, anı yaşayamamamıza, kendimize yabancılaşmamıza sebep oluyor.
Kitaplar bile Instagram'a konmak için alınıyor.
Kaç kişi paylaştığı kitabı sonuna kadar okuyup tadını çıkarıyor, merak ediyorum.
Demem o ki; depresyon gürül gürül geliyor ve geleceğimizi tehdit ediyor sevgili okurlar.
En yakınımızdakine, yani kendimize bağlanma zamanı çoktan geldi. Bu mükemmellik yarışına ve mış gibi hayatlarımıza ayar çekmek zorundayız. Ne dersiniz?