Bir süredir Kuzey Ege sahillerindeyim. Bir yıl önce zeytinlik olarak bıraktığım yerleri, bir yıl sonra beton ormanı yazlık siteler olarak görmek içimi çok acıtıyor. Ama zeytinciyi de suçlayamıyorum. Çünkü zeytin ve zeytinyağı para etmiyor, hükümetler tarafından yeterince desteklenmiyor, İtalya ve İspanya ile rekabet edecek maddi ve manevi motivasyonu bulamıyor. Öyle olunca da üretici ne yapıyor?
Yükselen işçi maliyetleri, fabrika işlemleri, gübre paralarını karşılayamadığı için zeytinliklerini müteahhitlere verip kira geliriyle hayatını devam ettirmeye çabalıyor. (Siz o bir yıllık, stokçuların ekmeğine yağ süren suni fiyat artışına aldanmayın. Zeytinyağı bu yıl yine yarı fiyatına düştü.) Hani 'Zeytinyağı gibi üste çıkmak' diye bir deyimimiz var ya; aslında zeytinyağı bir tek bizim ülkemizde 'üste' çıkamıyor...
Oysa zeytin 'hayat' demek. Zeytin ağacı rutubeti emiyor, havayı filtre ediyor. Sadece havadaki nemi mi? Kasveti, elemi, stresi de süzdüğü iddia ediliyor. Bunu anlamak için bir zeytin ağacına yaslanıp yarım saat kitap okumak yetiyor. Ağacın gölgesinden 'yenilenmiş' olarak kalkıyorsunuz. Kaz Dağları'nın 'Türkiye'nin oksijen çadırı' olmasının sebebi de işte o zeytin ve sakız ağaçları.
Eşimin ailesi, 150 yıldır zeytincilikle uğraşıyor. 'Hanımköylü' olduktan sonra ben de elimi zeytinyağına buladım.
Gördüm ki, zeytin değil, dert yetiştiriyor buralılar. 'Zeytinyağını nasıl bir kültür haline getirebiliriz?' diye düşünürken, bu konudaki en etkili girişimi yapan kişi, en yakınımdan çıktı. Eşimin kardeşi Gökhan Doğan, dededen kalma zeytinyağı fabrikasındaki 150 yıllık buharlı makinelerin bulunduğu bölümü Zeytinyağı Müzesi haline getirdi. Bir benzerini ilk olarak yıllar önce Koç Müzesi'nde görmüş ve çok etkilenmiştim. İçeri girdiğiniz anda tarihi makineler çalışmaya başlıyor ve zeytinin, meyveden yağa dönüşümüne kendi gözlerinizle şahit oluyorsunuz.
Narlı Köyü Zeytinyağı Müzesi'nin farkı ise Koç Müzesi'ndeki gibi 'taşıma suyla' işliyor olmaması. Yani bu kültürü 'tam da yerinde' gösteriyor, öğretiyor insanlara... Gökhan kardeşim, sadece zeytinyağı değil, 'zeytinyağı kültürü' de üretiyor. Eğer yolunuz Edremit Altınoluk sahillerine düşerse, 'ücretsiz' gezilen bu müzeyi mutlaka ziyaret edin derim. Sadece küçük bir bilek hareketi ile salatanıza döktüğünüz zeytinyağının aslında nasıl bir 'bilek gücü ve alın teri' ile üretildiğini yerinde görmek için... Bu müzeyi özellikle yöredeki müteahhitlerin gezmesini isterim. Bakalım gördüklerinden sonra, bir tek zeytin ağacına bile kıyabilecekler mi?