Ben her gün gazete binasına girerken çantamı, X-ray cihazına koyuyorum. Etrafımdakilerin bana tuhaf tuhaf bakmasına hiç aldırmadan. Eminim içlerinden 'Şu işgüzarın yaptığına bak' deyip burun kıvırıyor hatta gizliden dalga geçiyorlardır.
Amacım 'Vay be ne mütevazı adam' dedirtmek değil elbet.
Çantamı taratmamın sebebi, o binada çalışan tüm mesai arkadaşlarımın güvenliğini sağlamaktır.
Zira ne kadar tanınmış olsam da, ne kadar uzun süredir o şirkette çalışıyor bulunsam da; 'güvenlik' herkes içindir.
Bütün bunları niye mi yazdım? Çağlayan'daki Adalet Sarayı'na teröristlerin silah ve mühimmatı 'avukat cübbesi içinde' soktuklarının açıklandığı andan itibaren gözümde, avukatların geçen yıl üstlerini güvenliğe aratmamak için Çağlayan Adliyesi'nde yaptıkları oturma eylemi ve itiş kakış canlandı da ondan...
HANİ HERKES EŞİTTİ?
Ben hukukçu bir aileden geliyorum.
Hakimlik ve avukatlık yapan rahmetli babam sayesinde hukukun üstünlüğü, eşitlik ve adalet duygusu; ekmek gibi, su gibi evimizin 'vazgeçilmezi' olmuştur. Gücü, kuvveti, ardı arkası ne olursa olsun, haksızın karşısına dikilmek bizde ata sporudur. Tıpkı herkesin kanun ve yasalar karşısında 'eşit' olduğuna tam inancımız gibi.
İşte bu nedenle bir hakimin, savcının ya da avukatın sadece üzerindeki cübbeyi referans göstererek üstünü aratmak istememesi bana hiç de 'eşitlikçi' ve 'hukuki' gelmiyor. İnsanın, adalet sarayı gibi son derece önemli bir kamu binasına girerken üzerini ya da çantasını aratmayı 'zul addetmesi' bana hukuk ile değil, sadece 'ego' ile açıklanabilecek bir durum gibi geliyor. Polisinden askerine kadar uçağa binerken nasıl silahınızı büroya emanet etmeniz şart ise, adliye saraylarının girişinde de 'güvenliğin' ayrıcalığı olmamalı.
Hukukun üstünlüğüne evet ama 'hukukçunun üstünlüğüne ve ayrıcalığına' sonuna kadar hayır! 'Ben savcıyım, ben avukatım' deyip trafik çevirmesinde alkolmetreye üflemeden geçmeye de tabii!
ÖLMEK Mİ LAZIM?
Diyelim ki kanunun size tanıdığı 'ayrıcalığı' sonuna kadar kullanmak niyetindesiniz, üstünüzü ve çantanızı aratmayı da 'ayıp' kabul ediyorsunuz, peki Avrupa'nın en büyüğü olmakla övünen Çağlayan Adliye Sarayı'na sadece baroya kayıtlı olanların kullanabileceği, retina ya da parmak izi taramasıyla girilebilen özel bir kapı yapmayı hiç mi akıl edemedik?
Neden bizim bazı şeyleri öğrenmemiz ve uygulamamız için ille de 'ölümcül bir tecrübe' yaşamamız gerekiyor?
Neden?