Sadece
beş filmle kendisini önemli çağdaş ustalardan saydıran Paul Thomas Anderson (
Sidney,
Boogie Nights,
Magnolia,
Punch- Drunk Love ve
Kan Dökülecek), bu altıncı uzun filmiyle yine çok kişisel bir ürün sunuyor. Ama bir yandan çıtayı (en azından sinema sanatı açısından) yükseltirken, öte yandan kitleyle ilişkisini tehlikeli biçimde riske atıyor. Sanatçının yazıp yönettiği film, kabaca ABD'deki tarikatlar olayına değiniyor. Amerika, bilenler bilir, dünyanın en gelişmiş, en 'müreffeh', en modern ülkesi olma ününün yanı sıra, türlü-çeşitli inançların cirit attığı, bunların modern bir toplumun bağrında şaşılacak bir güç ve inatla örgütlendiği ve kimi zaman aşırı, hatta sapkın yönlere yol aldığı bir tuhaflıklar ülkesidir. Ve bu olgu sinemaya da yansımıştır. İlk akla gelenler arasında Richard Brooks'un
Elmer Gantry, Richard Serafian'ın
The Vanishing Point- Ölüm Noktası, John Schlesinger'in
The Believers- Tarikat, Costa- Gavras'ın
Betrayed- İhanet, Peter Weir'in
Witness- Tanık gibi filmleri vardır. Zaten günümüzde bile Tom Cruise gibi bir yıldızın adı Scientology adlı tarikatle anılıyorsa, bunun anlamı açık değil mi? İkinci dünya savaşın son günlerinde başlayan film bize Freddie Quell adlı bir askeri tanıtıyor: Biraz ırsi olarak (annesi bir tımarhanededir), biraz da savaşta görüp yaşadıklarıyla, Quell tümüyle çıldırmanın eşiğindedir. Olaylar onu herkesin çok sevip saydığı ve 'usta' dediği bir adamla tanıştırır. Bir tür doktor, psikiyatr, filozof ve iş adamı karışımı olan Lancaster Dodd. Geniş ailesiyle birlikte malikanesinde yaşayan Dodd, bu çılgın, ama tutkulu ve atılgan gence ilgi duyar. Ve onu koruması, giderek sırdaşı konumuna getirir. Zamanla Dodd'un insanları konuşma yeteneği ve parlak sözleriyle tavlayıp kendi yoluna çeken ve her yerde (Londra'da bile) okullar açan bir tarikat lideri olduğu anlaşılır. Yukarda andığım tüm ünlü filmler, sonuç olarak tarikat olayına eleştirel bir gözle bakan ve onun 'çözülmesini' belli bir gerilimle ele alan seyirliklerdi. Anderson ise bambaşka bir şeye sıvanmış. Onun tarikati, aslında moderniteyi ya da cinselliği reddetmeyen bir tarikat. Öyle ki, partilerde kadınların çırılçıplak soyunması ya da Dodd'un kadınlara kur yapması yadırganmıyor. Ayrıca Anderson, tarikatı enine-boyuna irdelemiyor, felsefesini hayli muğlak bırakıyor. Seyirciyi oyalayacak herhangi bir gerilim de yok sayılır. Peki ne var? Yönetmen neyi amaçlamış? Öncelikle onu ilgilendiren sanki tarikatten çok, alabildiğine farklı iki erkeğin dostluğu. Ki bu dostluk Dodd açısından nerdeyse bir aşka dönüşüyor: Finaldeki çok güzel bir sahnenin anlattığı gibi... Anderson ABD'deki tarikatler olgusuna ciddi bir eleştiri getirmek niyetinde değil, hiç değil. Filmi seçkin ve özel yapan, daha çok sinemasal anlatımı. Yönetmen öylesine bir dil kuruyor ki, film ilk sahneden insanı avucuna alıyor, kolay da bırakmıyor. Yine de filmi fazla övmek mümkün değil. Çünkü bunca 'sanatsal' çaba, sonuç olarak önemli şeyler anlatmıyor. Ve her şey biraz havada akalıyor. Buna Joaquin Phoenix ve Philip Seymour Hoffman'ın görkemli oyunları da dahil. İki oyuncu da gerçekten nefes kesen birer oyun veriyorlar. Herhalde ikisi birden önümüzdeki Oscar'larda aday olur. Ama bu bile, bu 137 dakikalık iddialı filme 'kaçırılmaz' demeye yetmiyor.
USTA (The Master) **
Yönetim ve senaryo: Paul Thomas Anderson/ Görüntü: Mihai Malaimare Jnr./Müzik: Jonny Greenwood/ Oyuncular: Joaquin Phoenix, Philip Seymour Hoffman, Amy Adams, Val Dodd, Laura Dern/ Amerikan filmi.