İşte
bana hayatımın en sıkıntılı 160 dakikasını geçirten bir film. Kimi erdemleri olabilir (onları da yazmaya çalışacağım), ama bu kadar sıkıntı yaşadıktan sonra övüp tavsiye etmem mümkün mü? Belki kabahat bende, ben içine giremedim. Artık karar sizin; beni okuyup kulak gazetesini de dinleyin. Ve seçiminizi yapın!... Film, bir anlamda skeçli film denen türde. 1840'lardan 2000'lerin sonlarına ve aslında 'kıyamet sonrası' yeni dünyada geçen bir bölümle daha da ileriye uzanan altı hikayecik, tek başlarına değil iç içe anlatılıyor. Bu da skeçli film geleneğini bozup herşeyi büyük, karmaşık, giderek içinden çıkılmaz bir muammaya dönüştürüyor. Elbette hikayeleri birbirine bağlayan şeyler var. Ama bunlar çok muğlak, çok soyut ve bu uzun filmi tutarlı bir bütün haline getirmede yetersiz kalıyorlar. 1849'da Pasifik'te yol alan bir geminin yolcusu Adam Ewing'in anılarıyla başlayan filmde, 1930'ların Belçika'sında eşcinsel bir aşk yaşayan bir besteciyle bir fizikçi, 1970'lerde vaktiyle o fizikçinin kurduğu bir atom santralinde yaşananlar, 2000'lerde bir yazarla yayıncının polisiyeye dönen ilişkisi, geleceğin Koresi'nde klonlanmış insanları kullanan buyurgan bir rejim ve sonuncusunda ise ilkel bir yaşama geri dönmüş dünyamızda mistik soslu bir öykü var. Bu hazmı zor çorbada neler yok ki... Biraz bilimkurgu, bol mistisizm, bir parça kuantum fiziği, bir tutam distopya. Ara yerde tumturaklı, ama hayli kof gözüken deyişler: "Ölüler asla ölü kalmaz; ölüm sadece bir kapıdır; varolmak demek algılanmış olmak demektir; rahimden mezara kadar başkalarına bağlıyız; hayatımız bize ait değildir, diğer insanlara bağımlıyız; zayıflar et olur, güçlülere yem olur; rahimde ya da kazanda doğmak farketmez: hepimiz saf kanız." Vs.vs. Seçip seçip alın!... Film, özellikle son dönemin TV dizilerinde görülen bir tür bilimkurgusal fantezi ve teknolojik masal deneyimlerinin bir uzantısı:
Heroes/ Kahramanlar, Doctor Who, Leverage, Touch, Dexter... Ki bunlara son dönemin yağmur gibi yağan 'vampir dizileri' de eklenebilir. Sinemada ise başta
The Eternal Suhshine of A Spotless Mind- Sil Baştan olmak üzere Michel Gondry filmleri,
Adaptation- Tersyüz gibi Charlie Kaufman filmleri (senaryo yazarı),
Time Traveler's Wife/Zaman Yolcusunun Karısı, vb... Çoğundan haz etmediğim, sözüm ona entelektüel/deneysel çabalar. Bence ukalalıklarıyla seçkinleşen... Oyuncular ise hayli yük altına girmişler. Çoğu beş ayrı karakteri oynuyor! Jim Sturgess yedi, Hugo Weaving ise altı kimlikle perdedeler. Hepsi kılıktan kılığa giriyor, sadece Halle Berry hep aynı: Çikolata renkli güzel kadın. (Sezen Cumhur'dan yürütmedim, filmde de aynen böyle deniyor!) Tek başına bu bile kafaları karıştırıyor. Yer yer güzel sahneler var: Hawaii çekimleri, bir İngiliz pub'ındaki dayanılmaz komik bölüm vb... Filmi kateden eşcinsel aşk hikayesi ise Ayşe Kulin romanlarına beş basacak kadar inandırıcı... Ama işte bu kadar. Eğer zekanızı, buyrun!... Bu arada, filmin üç yönetmeninden ikisi, Matrix'in yaratıcıları Wachowski Kardeşler'den Laurence (Larry)'nin yakın zamanda operasyonla kadın olup Lana Wachowski'ye dönüştüğünü hatırlatalım. Bu kargaşanın bir nedeni de bu olmasın?
BULUT ATLASI (Cloud Atlas) *
Yönetim ve senaryo: Tom Tykwer, Andy ve Lana Wachowski Görüntü: Frank Griebe, John Toll/ Müzik: Reinhold Heil, Johnny Klimek, Tom Tykwer Oyuncular: Tom Hanks, Halle Berry, Jim Broadbent, Hugo Weaving, Jim Sturgess, Doona Baye, Hugh Grant, Susan Sarandon, Ben Whishaw, Keith David, James d'Arcy, Xun Zhou/ Amerikanİngiliz yapımı