"Yaşları, karakterleri ve beğenileri farklı da olsa insanların birbirlerini aynı kumaştan yapılmış gibi hissetmesi ten uyumunun ta kendisi..." Türkiye'nin ilk ilişki danışmanlık şirketlerinden birinin kurucusu İlhan Uçkan ten uyumunu işte böyle yorumluyor. İlhan Uçkan, ten uyumunun zamanla tükenip tükenmeyeceğini ve bir evlilik için sadece bu uyumun olup olmaması gerektiğini bakın nasıl anlatıyor?
Marilla ERCİK/ Aktuel.com.tr
İlişkilerde ten uyumu diye bir şey var mı?
Ten uyumu diye bir şey olduğuna inanan biriyim ben. Bazen insan şöyle düşünebiliyor: "Eti bana benziyor!" Burada bahsettiğim tam da o uyumu ilk hissettiğiniz anda aklınızdan geçenlerin tercümesi. Sözünü ettiğim basit bir duygu değil. Yani sadece bir "et" değil o sırada hissettiğiniz. Çok daha ötesinde. Zira ne ten rengi, ne de vücut hatları, hatta kokusu aslında size benzemiyor. Daha çok, "aynı kumaştan yapılmak" gibi... Ama en kolay tarif, ya da en kolay duygu tercümesi bu cümle sanırım.
Bu uyumun zamanla geçme ya da bitme gibi bir durumu olabilir mi?
"Ten uyumu" dediğimiz şeyin geçmediğini düşünüyorum. Ne de olsa çok derinlerden gelen bir ortaklık söz konusu. Bir tür "ortak yaşam". Ve nerede, ne zaman, nasıl kanımıza girdi, belleğimize kazındı, bunu bilmek kolay değil. Edelman bellek tanımını şöyle yapıyor: "Basit bir kayıt ya da tıpkı üretim değil, hayalimizdeki imgenin kendi değerlerimiz ve bakış açımızla aktif bir yeniden-düzenlemeye ya da yeniden-yapılandırmaya gitmesi."
Bireylerin ten uyumu olmadan evlenmesini doğru buluyor musunuz?
Şunu özellikle belirtmeliyim ki, hiç bir ilişki sadece "ten uyumu" üzerine inşa edilemez. Hele ki, insanların ilişkiler konusunda kafaları bu kadar karışıkken, onlara bir de "Siz en iyisi gidin, ten uyumu hissettiğiniz birini bulun" dersek, fena halde sadistçe davranmış oluruz. Olmasa da pek ala olur.
Peki zorla ten uyumu olması mümkün mü?
"Kişilik" dediğimiz şeyi bir puzzle gibi düşünelim. Tüm yaşantımız boyunca bizi etkileyen şeylerle puzzle gibi tamamlanarak "ben" oluyoruz. Sonra karşımıza biri çıkıyor ve kendi puzzle'ımızda tam oturtamadığımız parçaları tamamlamak için diğer kişinin parçalarıyla eşleşmeye, "türdeş" olanlarla tamamlanmaya, farklı olanlarla "mükemmel" olmaya çalışıyoruz. Bu, bilinçli bir yol izlemiyor. Tam tersi, ilk karşılaşma anını düşünürsek ve asıl etkilenmenin en fazla dört dakika içinde gerçekleştiğini söyleyen araştırmaları dikkate alırsak, çoğunlukla bilinç dışı bir süreç. Dolayısıyla "ten uyumu"nu hissedeceğimiz süre de bu ilk dakikalar ve o sırada ten uyumu yoksa bunu belleğimizde var edemeyiz. Varmış gibi de hissedemeyiz.
İki kişinin arasında bu uyumun olması tehlike doğurur mu?
Ten uyumunun tehlikeli değil, eğlenceli olduğunu düşünüyorum. Karşı tarafa duyduğumuz zaafı körüklediğini hesap edersek, daha zeki ve daha yaratıcı olmak zorunda kalırız. Her çatışmada "ten uyumu zaafımıza" yenik düştüğümüzü düşünsenize... Elbette tehlikeli olan durumlar var. Ama tehlikenin gerçek anlamda ten uyumundan değil, ortak fantezilerden kaynaklanıyor olma ihtimalinin daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Fantezilerimiz, bizim kontrol edemeyeceğimiz bir şekilde, daha hayatımızın ilk basamaklarından, kişiliğimizin derinliklerinden gelirler. Bir yönüyle hatırlamak istemediğimiz, ama yaşadığımız olayları şimdi kabul edilebilir kılan senaryolar yazarız.
Bu uyumların psikolojik bir etki olduğunu söylemek doğru mu?
Psikanalistlere göre; "Çoğu fantezimiz doğduğumuz andan itibaren karşımıza çıkan güçlüklerle yüzleşmemizden doğuyor. Bizde güçlü duygular uyandıran bir anne ve baba davranışı, bununla bağlantılı bir fantezinin de oluşmasını sağlıyor." Dolayısıyla bu kardeş duyguyu diğeriyle yani "ten uyumu" diye tanımladığımız duyguyla karıştırmamız durumunda önümüze gelecek "ihtimaller" dizini oldukça fazla seçenekli olacaktır.
Mutlu bir ilişkide neler olmalı?
Ben iki nokta arasındaki en kısa yolu ararım hep. İlişkiler söz konusu olduğunda da en kısa yol "Hayat müşterektir" cümlesiyle özetlenebilir. Paylaşacağımız sadece ten uyumu değildir. Fantezi eşleşmesi dahi yeterli değildir. İdeal sözleşmeler, mantık, duygu ve elbette hayaller de olmalıdır. Ama en çok ihtiyaç duyduğumuz duygu "biz" olma, birbirini destekleme ve yola birlikte devam etmenin daha çekici olması duygusudur. Kafamızı karıştırmaya gerek yok, hayat asla toplumsal kurallara, "norm"lara göre yaşanmıyor. Tekilliğinizi, biricikliğinizi kaybederseniz, ilişkileriniz de klişeleşir. Buna da pekala "normapatoloji" denilebilir, ki herhalde en berbat patoloji de budur. Halbuki "kendi"mize, elimizdekileri en iyi şekilde değerlendirerek, istediğimiz gibi bir hayat kurabiliriz.