Van'a davet edildiğimizin sabahı Şemdinli'den gelen acı haber sonrası, "Ferit Melen Havaalanı'nın hemen yanındaki askeri filoda gerçekleşecek şehit törenine katılacak mısınız?" teklifi geldiğinde biran bile tereddüt etmedim.
Sabah 10.00 gibi çıktık otelden. Basın mensupları taşıyan ikinci minibüs askeri alanın kapısına geldiğinde bir rütbeli tarafından durduruldu ve içerdekilerden basın kimliklerini göstermeleri rica edildi. Benden başka kimsenin kimliği yanında olmamasına rağmen kontrolü yapan albay en ufacık bir problem çıkarmadan aracımıza geçiş izni verdi.
İçeri girdik.
Tam, başörtüsünün askeri alanda problem olma ihtimaline karşın ister istemez tedirginlik yaşayan Elif Çakır'ı, "Merak etme sorun olmaz" sözleri ile teselli ediyordum ki karşıma İlker Başbuğ'a yönelik ağır eleştirileri ile bilinen Taraf Gazetesi Yazarı Rasim Ozan Kütahyalı dikildi.
Doğrusunu isterseniz, Kütahyalı'nın oradaki varlığı beni inanılmaz kaygılandırmaya başlamıştı.
İşte tam o gel-gitleri yaşarken aralarında Beşir Atalay, Cemil Çiçek'in de bulunduğu heyet Başbuğ ile birlikte kabul odasına doğru yürümeye başladı.
Biz de o heyetin arkasından...
Oda çok kalabalık olup, girmek mümkün olmayınca rütbeli bir asker, üçümüzü çay kahve servisinin yapıldığı yandaki odaya yönlendirdi. Tam oturmuştuk ve albayla sohbete başlamıştık ki, yan odadaki heyetin yeniden dışarı çıktığını fark ettik. Nezaketiyle hepimizi hayretlere düşüren albaya teşekkür edip hemen dışarı çıktık.
İşte tam o anda şehitleri taşıyan 11 ambulans konvoy halinde giriş yapıyordu alana.
Tüylerim diken diken oldu. Gözüme birden gencecik delikanlı olan şehitlerin vatani görevleri için yapıldığını düşündüğüm uğurlanış konvoyları geldi ve gayri ihtiyari bunu anımsattım yanımdakilere. Hani arkadaşlarının kâh camdan sarkarak, kâh araçların kornolarına basarak, "En büyük asker bizim asker!" deyişlerini.
Ambulansların arkasından yürüyüp protokolün hemen arkasında töreni izlemek üzere yerimizi aldığımız dakikalarda, Başbuğ ve yanındaki komutanlar da alana doğru yürüyorlardı. Neye yalan söyleyeyim Kütahyalı için iyice endişelenmeye başlamıştım.
Ancak komutanların Kütahyalı'ya öfkeyle değil, sadece şaşkınlıkla bakış fırlattığını görünce bütün kaygılarım bir anda ortadan kalkıverdi.
Rahatladım açıkçası.
Bu arada Başbuğ töreni başlatmak için Başbakan Erdoğan'ın uçağının alana inmesini bekliyordu.
Cesaretimi toplayıp, yaklaşık 50 metre ötemizde duran İlker Paşa'ya taziye vermek niyetiyle yanına doğru yürürken, bir yandan da kendimi, "Şimdi durdururlar Sevilay seni!" diyerek olası bir ihtara karşı hazırlamaya çalışıyordum.
Ancak hiç de sandığım gibi olmadı.
Etrafı kuvvet komutanları ve korumalarıyla çevrili Başbuğ'un yanına varmam 2 dakikada gerçekleşti.
Nasıl bir tepkiyle karşılaşacağımı bir türlü kestiremiyordum elbette, ama başından beri boşu boşuna kaygılandığımı onunla yüz yüze gelince çok daha iyi anladım.
"Başımız sağ olsun komutanım" der demez iki eliyle kavradı ona uzattığım elimi.
"Hoş geldiniz. Tüm vatanın başı sağ olsun" dedikten sonra da "Bugün mü geldiniz?" diye sordu. "Festival için gelmiştik AB'li büyükelçilerle. Ama işte gördüğünüz gibi buradayız" dedim cevaben kısaca. Sonra da kendimi tutamayıp duygularımı paylaştım onunla; "Komutan. Çok içimiz acıyor. Bu kan dursun, bu çocuklar ölmesin istiyoruz. Bütün anaların yüreği parçalanıyor. Benim de bir oğlum var ve bir anne olarak çok ürküyorum!"
Gözleri doldu. Kirpikleri nemlendi o anda ve eminim bunu görmemi istemediği için kafasını kaldırarak gözlerini şehit tabutlarının olduğu alana çevirdi. Birkaç saniye baktı öylece. "Sadece anaların değil, bizim de yüreğimiz yanıyor Sevilay Hanım. Elimizden geleni yapıyoruz. Yılmayacağız! Hep birlikte mücadele edeceğiz" demekle yetindi.
Birkaç dakika daha sohbet ettikten sonra Elif Çakır geldi yanımıza taziye vermek için. Elif'e de aynı nezaketle teşekkür ettikten sonra ayrıldık yanından komutanın.
Törenin sonunda ağlarken bulduğum Kütahyalı'nın bütün kimyası değişmişti sanki.
"Çok şaşırdım. Genelkurmay'ın bu hoşgörülü tavrına, şehitlerin uğurlanırken gökyüzünün bile ağlamasına, bütün insanların bu törende tek bir yürek oluşuna. Çok şaşırdım!" diyordu.
Ben de şaşırdım cidden. Orada da söyledim çevremdekilere. Genelkurmay bile o bildik statükoculuğundan bir şehit töreni için vazgeçebilmeyi başarıyor ama Kürt halkı adına konuştuklarını söyleyenler ne yazık ki bunu başaramıyor. Ya da başarmak istemiyor. Gözlerimle gördüm ki, bir başörtülü yazara ve onları yerden yere vuran haberlerin yapıldığı Taraf gazetesinin törendeki temsilcisine bile son derece kibar yaklaşabildiler. Peki ya PKK ve onların uzantıları neden değişmiyor? Neden hâlâ Kürtler adına siyaset yapanlar geçmişte kimliklerine yaşatılan haksızlıkların yarattığı o nefretten bir türlü arınamıyorlar? Neden hâlâ, "Dişe diş, kana kan!" politikasına devam ediyorlar?