Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon'la seçildikten sonra ilk söyleşiyi yapan gazetecilerdenim. 3 ay evvel yaptığımız söyleşinin ardından Bodrum'a gelip, Kocadon'la görüşmemek olmazdı. Bir sabah kahvaltısı için bir araya geldiğimiz Demokrat Partili Kocadon'u tam sezon ortasında keyifsiz bulunca, "Başkan ilk seçildiğin günlerdeki heyecanı ve iştahı göremedim sende. Neler oluyor?" diye sordum. "Bir dokun bin ah işit" misali... Başladı Kocadon dökülmeye...
"Bodrum öksüz bir çocuk gibi. Çırpınıyorum, didiniyorum ama istediklerime bir türlü ulaşamıyorum. Türkiye'nin İstanbul'dan sonra dış dünyaya açılan ikinci kapısı. Her yıl, 1 milyon 200 bin civarında yabancı giriş yapıyor. Bu kadar büyük bir potansiyele sahip bu turizm diyarının bu bütçelerle kendini yenilemesi, geliştirmesi imkânsız ötesi. Sakın yanlış anlaşılmasın. Ben hükümetten artı bir kaynak filan istemiyorum. Yapmak istediğim projelerin tümü yap-işlet-devret modeliyle gerçekleşebilecek projeler ama kahretsin ki bürokratik engeller ayağımıza dolanıyor. Tıkanıyoruz. Önümüzü açsalar... Bize, 'Hadi bakalım yürüyün!' deseler yürüyeceğiz ama maalesef. Önümüzü açmalarını bırakın bir de üstelik tıkamaya çabalıyorlar."
Başkan Kocadon'un bu ağlamaklı halini görünce içim sızladı. "Ne yapmak istiyorsun da bürokrasi ayağına dolanıyor? Anlat yazalım. Bürokrasiye de, 'Hop bir dakika' diyelim" dedim.
İşte Kocadon'un hayalindeki ilk üç proje:
1) Bodrum merkezdeki otogarı ve sanayi ile alakalı her şeyi kentin dışına taşımak...
2) Esnafa nefes aldıracak, limandaki charter tekneler için başka bir iskele yapıp onları oraya nakletmek ve yerine para sahibi, lüks yatların demir atmasını sağlamak.
3) Katı atık tesisini bir an önce projelendirip, hayata geçmesini sağlamak.
Bu projelerin hepsi Bodrum'un geleceği için. Gördüğüm kadarıyla Kocadon genç, dinamik, aklı başında, çalışkan ve en önemlisi şahsi rant peşinde olmayan bir yönetici. Ortaya koyduğu projeler de son derece makul. Niye elinden tutulmaz anlamıyorum. Daha doğrusu anlayamıyorum...