Her zaman olduğu gibi yine eylülde ekonomide işlerin kötüye gideceği kışkırtması başladı. Peki kimler kışkırtıyor? Tabii ki faizlerin yükseltilmesini isteyen lobi elemanları kışkırtıyor. Bakın kışkırtıcılardan bir tanesi şunu söylüyor; kurlardaki değer kaybının enflasyonu artıracağını, dolayısıyla artan enflasyon nedeniyle ithal girdi maliyetlerinin yükseleceğini bu nedenle rekabet avantajının ortadan kalkacağını ileri sürüyor. Daha doğrusu dış dengenin döviz kuruyla değil yüksek faizle sağlanacağını söylüyor. Fakat bunu söylerken artan ithal maliyeti nedeniyle bu ülkede daha ucuza üretilebilen ara mallarının yeniden üretimine başlanacağı nedense aklına gelmiyor.
Çünkü düşüncesi sadece bu ülkenin hangi fiyattan olursa olsun o malı ithal edeceği üzerine kurgulanmış. Döviz kurlarındaki değişmelerin dış ticarete konu olan ve olmayan mal üretiminde kaynak tahsisini değiştireceğini ya düşünemiyor ya da işine gelmiyor. Bunun nedeni faiz lobisinin bir üyesi olarak görevini hakkıyla yerine getirme arzusu olabilir. Dolayısıyla kurlarda meydana gelen son değişmenin dış ticarete etkisi olmayacağını, faizler artmazsa eylülde işlerin kötüye gideceği kışkırtmasını yapıyor. Oysa tam aksine kurlardaki rekabetçi değişmeyle ihracat arttığı gibi sermaye malı imalatı haziranda geçen yıla göre yüzde 13.8 oranında arttı. Demek ki gelişmeler olumlu.
Gelelim lobinin diğer elemanına… O da Türkiye'nin döviz yükümlülüklerinin 632 milyar dolar, döviz varlıklarının 212 milyar dolar olduğunu söyleyip, aradaki 420 milyar dolar farkın büyüklüğüne işaret edip döviz durumumuzun kötü olduğunu ileri sürüyor. Oysa döviz yükümlülük ve varlık tablosu Türkiye'nin neredeyse 100 yıllık dış hesabını yansıtıyor. Bu yükümlülüklerin 183 milyar doları doğrudan yatırım, 126 milyar doları uzun vadeli borç, 178 milyar doları hisse senedi ve tahvil yatırımı olarak sıralanıyor. Lobinin elemanı bu tabloya bakıp Türkiye Cumhuriyeti'ni tasfiye sürecine sokup risk analizi yapıyor. Oysa bu tabloya göre merkezi devletin kısa vadeli dış borcu yok, özel sektörün kısa vadeli borcu 34 milyar dolar oluyor. Demek ki bir sorun yok.
Gelelim lobiciye risk analizi konusunda önerimize… Risk analizinde bu ülkeyi tasfiye sürecine soktuğuna göre çalıştığı bankanın risk analizini aynı düşünceyle yaptığı takdirde bir dakika bile o bankada durmaması gerekiyor. Çünkü çalıştığı bankanın ödenmiş sermayesi 4 milyar lira topladığı mevduat 52 milyar lira görünüyor bilançosunda. Eğer aynı kurguyla bankasının risk analizini yaparsa işin içinden sıyrılması pek güç olur. Şimdiden söyleyelim.
Dönelim eylül kışkırtmalarına… Türkiye'de kamu bütçesi açığı yok. Hatta ilave 25 milyar liralık özelleştirme gelir var. Vergi barışından gelir var. O halde kamu ekonomisi sağlam. Özel sektörün borcu varmış. Demek ki teminatını gösterip borç alabilmiş. Aksi halde bir cepten diğer cebe borçlanmış oluyor. Dolayısıyla lobinin eylül kışkırtmaları yine boş çıkacak. Sakın inanmayın.