"Bu yazıyı 9 Nisan 2010'da bu sütunlarda okudunuz. Bugün 5 Mart 2011..
Aradan nerdeyse bir yıl geçmiş.. Ama Cadı Kazanı, eskisinden de güncel.. Dilerim 2012'de üçüncü kez köşeme koymak zorunda kalmam" demişim geçen sene.. Ama etrafıma bakıyorum.. Balyoz davası halen, resmen, fiilen, hukuken devam ederken, Yargıtay'a gidecek kararların kesinleşmesini dahi beklemeden ortaya atılıp "O bitti.. Şimdi sıra bunda.. Onları mahkum ettiniz, şimdi bunları da tutun, içeri atın.. Daha.. Daha.." diye ortaya atılanlar o kadar çok ki..
Ülkem bir kez daha Cadı Kazanı'na döndü.. O zaman, benim kahrolası yazım gene eskimedi. Gene güncel.. O zaman, buyrun bir daha..
***
Bugün bir televizyon yönetiyor olsam, Cadı Kazanı'nı yayınlardım mutlaka.. İster 1957'de Fransızların yaptığı "Les Sorcies de Salem/ Salem Büyücüleri" ister 1997'de Amerikalıların çektiği "The Crucible/ Cadı Kazanı" fark etmez..
Fransızların filminde
Simone Signoret, Yves Montand, Mylene Demongeot, Michel Piccoli gibi devler oynamış, senaryosunu, uyarlandığı oyunun yazarı
Arthur Miller ile
Jean Paul Sartre gibi iki dev ortaklaşa kaleme almışlardı.
Filmi 40 yıl sonra Amerikalılar çektiğinde, kadroda gene devler vardı.
Daniel Day-Lewis, Winona Ryder, Paul Scofield.. Senaryo bu defa sadece Miller'dendi.
Arthur Miller, Crucible'ı 1953'te tiyatro oyunu olarak yazmıştı, 1692'de Amerika'nın Salem kasabasında geçen gerçek olayları anlatmak için.. Özetleyelim..
Yörede gücü ele geçirmek isteyen tutucu bir tarikatın rahipleri ve başkalarının arazilerine göz koyan büyük mal sahipleri, iş birliği yaparak müthiş bir plan kurarlar. Kasabada bir cadı avı başlatılır. Salem gerçek bir cadı kazanına döner.
Plana alet edilen bir avuç, çocuk yaşta genç kız, kendilerine işaret edilen herkes için ağızlarından salyalar akarak "Cadı" diye çığlıklar atmaya başlar. İtham edilenler hemen tutuklanır, "Masumum" diyenler anında idama mahkûm edilip asılırlar.. Kurtulmanın yolu itiraf etmek, af dilemek ve kulaklarına fısıldanan yakınlarının isimlerini "Cadı" diye açıklamaktır.
Peki Miller, 1692 Salem kasabasındaki davayı niye 1900'lerin ortasında yazmıştır?.
Çünkü, bizzat kendisi bu defa 20. Yüzyıl'daki bir Cadı Avı'nın kurbanıdır da ondan. Soğuk savaşın hızla tırmandığı yıllarda Senatör McCarthy adında biri, komünistlerin Amerika'yı ele geçirmek için müthiş bir çalışma içinde oldukları iddiasıyla ortaya çıkar..
Kongre'de "Amerikan Karşıtı Faaliyetler Komisyonu" kurdurmayı başarır. Ülkenin en ünlü sanatçıları, sinemacılar, tiyatrocular, edebiyatçılar bu komisyonun önünde ifade vermeye zorlanırlar. Onlardan istenen, meslektaşlarını ihbar etmeleridir. Örneğin zamanın ünlü solcusu Elia Kazan'ın ifadesinde, yakın dostu Arthur Miller'i ve pek çok Hollywood yazar, yönetmen ve oyuncusunu itham ederek paçayı kurtardığı bilinir.
Kara listeye alınanlar arasında Orson Welles, Charlie Chaplin gibi sinema ustaları, Bertold Brecht, Arthur Miller gibi oyun yazarları vardır. Miller'den dostları aleyhine ifade vermesi istenir.
Miller reddeder. Bunun üzerine pasaportu iptal edilir, yurtdışına çıkması yasaklanır. 2 ay hapse mahkûm olur. Başına gelmedik kalmaz.. Oturur, tam bir "Cadı kazanı"na dönen McCarthy Amerikası'nda, bugün bir dünya klasiği olan Cadı Kazanı'nı kaleme alır..
***
Orhan Alkaya, hâlâ Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni olsaydı, Cadı Kazanı'nı sahnelemesini isterdim ondan.
Ne var ki tiyatro işi zor. Zaman gerektirir. Masraflı. Oysa televizyon kolay.. Elde iki muhteşem film varken hele, bunlardan birini, hatta ikisini de ekrana getirmek anında mümkün..