Geçen hafta bir yazımın başlığı "Putin'in kıçını yalamak" üzerine idi.. Yazıya da "Başlık sert oldu, ama dikkati şiddetle çekmek için şart oldu" diye giriyordum. Sevgili editörüm Fikret gerçekten sert bulmuş. Gazeteden çıkınca beni bulmak zordur. Cep telefonu taşımam.. Dünyayı aramış. Yok.. Fatih'e gitmiş.. En köşeli yazılar yazarı Fatih, Genel Yayın Müdürü şapkası ile bakınca olaya "Evet sert" demiş.. Başlığı değiştirmişler.. Yumuşacık olmuş, ama sert giriş kalmış, ben de o yumuşak başlığa "Sert" diyen kibarım durumuna düşmüşüm..
Bu yüzden bugün başlığı "Sanatın içine işemek" diye atmadım.. Aslında tam da o..
Hani Melih Gökçek tarihe geçmişti ya, "Böyle sanatın içine tükürürüm" diye.. Bunu görse "İşerim böyle sanata" derdi..
Veeee..
Yerden göğe de haklı olurdu..
Çünkü bu sanat bir pisuar.. Yani hani umumi tuvaletlerde içine ayakta edilen nesne..
Marcel Duchamp adlı bir sanatçı (!) Paris'in ünlü Pompidou Kültür Merkezi'nde (Bak şimdi rahmet diledi işte.. Kuzen Ahmet (Kışlalı) gezdirmişti bana bu çok ilginç kültür merkezini yapıldığı 60'lı yıllarda..) açılan Dada sergisine "Fountain/ Çeşme) adıyla getirmiş bu pisuarı koymuş..
Yani heykel falan değil.. Elleri ile çamurdan, ya da porselenden falan yapmamış.. Kendi katkısı, çarşıya gitmek, bir banyo levazımatçısından parayı bastırıp pisuarı satın almak.. Sonra da getirip sergiye koymak, Çeşme diye isim takıp..
Efendim bunun neresi sanat?..
Şurası sanat..
Efendim sanat yapmak değil, düşünmekmiş..
"Ulan bu nasıl sanat, bunu ben de yaparım" deyince "Yapsaydın" diyorlar.. Yapıyorsun.. "Geçti" diyorlar.. "Daha önce yapıldı.. Sen başka şey bulmalısın.."
Buldum vallahi.. Avrupalı bizim alaturka helayı pek bilmez.. Böyle bir hela taşını kapıp, gelecek yıl Pompidou Center'da alacağım soluğu.. Heykelimin adı da "Kuyu" olacak!.. Yanına da bir Antep işi İbrik koyarsam hele..
Neyse konuya dönelim..
Marcel Duchamp'ın sergideki Çeşme sanatının içine Pierre Pinoncelli diye birisi gelmiş işemiş.. Resmen içine işemiş sanatın yani.. Sonra da elindeki çekiçle kenarına bir kocaman oturtmuş ve kıyamet kopmuş..
Önce polis duruma el koymuş, sonra sanatçıların tartışması başlamış..
77 yaşındaki Pierre demiş ki.. "Ben bir performans sanatçısıyım. Bu heykele işemek ve sonra çekiçle kırmak da bir performans sanatıdır.."
Polisin aklı bu savunmaya yatmış yatmasına da, savcı davayı açmış. 26 ocakta mahkeme var..
Sergiye pisuar koymak sanat.. Onun içine işemek de sanat..
Etmiş de bir başka tartışma daha çıkmış ortaya..
Ülkenin en ünlü kültür merkezinde, onca koruma adamı ve koruma önlemi arasında bir sanat eserinin içine işeniyorsa, ülkenin öteki kültürel zenginlikleri acaba gerektiği gibi korunuyor mu?..
Mona Lisa, 1911'de çalınmadı mı?.. 1956 da taşlanmadı mı?.. Şimdi 3.5 santimlik bir kırılmaz camın arkasında ama, ne kadar emniyette?..
Haberi ve yorumları Herald Tribune'dan izledim..
Çeşme, eski tartışmayı da yeniden alevlendirmiş..
"Sanat nedir?.."
Bizim Erhan İşözen mimar "Güzel Sanatlar akademisinde figür çizemeyip arka kapıdan mezun olanların yarattığı sanat türü" der, Modern Sanat için.. Vallahi haklı.. Picasso sergisine gidince görüyorsunuz farkı.. Adam figürlerin en güzellerini boyamış, ondan sonra bozmaya başlamış.. Eskiyi yapamadığı için değil, yapmaktan ve görmekten bıktığı için geçmiş Modern Sanat'a..
Siz hafta boyu tartışa durun.. Konunun devamını gelecek hafta getireceğim, gene neşeli bir yazı olacak..