Çaylar vardı o zaman, gençler için.. Adı üstünde.. Çay.. Cumartesileri öğleden sonraları kentin muteber lokallerinde.. Kızlar sadece gündüz çıkabilirlerdi sokağa.. Cumartesi öğleden sonraları özlemle beklenirdi.. Heyecanla.. Aşkla.. Coşkuyla..
Sadece cumartesi öğleden sonraları buluşurdunuz kız arkadaşınızla çünkü.. Aydınlıkla loş arası bir salonda slow müzik çalmasıydı, aşkı yaşatan.. O zaman sokulur, o zaman dokunur, o zaman kokusunu, o zaman teninin sıcaklığını hissederdiniz.. O zaman eli elinizin içine sokulurdu, sıcacık.. Hele bir de yanağını yanağınıza dayadı mı, dünyalar sizin olurdu..
Sonra öbür cumartesiye, öbür çaya kadar!..
Gene de derim ki, biz aşkı dolu dolu yaşadık.. Biz aşkı, "Yaşadık" çünkü.. Bugünküler aşk yapıyorlar.. İngilizcesi daha kolay veriyor anlam farkını.. Bizimki falling in love'dı.. Bugünkülerinki, making love..
Bize aşkı dolu dolu yaşatanlar, danslarımızdı.. Danslarımıza eşlik eden müzik.. Aşk müziğinin en yüceldiği elliler, altmışlar..
Kimbilir kaç sevgilimin kulağına "Put your head on my shoulder/ Başını omzuma koy" diye fısıldamışımdır, Paul Anka'nın sesi plakta dönerken.. Ve nasıl sıcak bir mutluluk sarmıştır içimi, o baş o omuza yaslanırken..
Ya "You are my destiny" dediklerim..
"Sen benim kaderimsin
Hayallerimi paylaştığım.
Sen benim mutluluğumsun
Yalnızlığımı paylaştığım.
Sen benim gerçekleşen rüyamsın
Sen benim için yaşamdan ötesin..
Sen busun işte.."
Hatırladığım kadarı ile, türkçesi.. Paul Anka, aşklarımızın hemen hepsinin içine giren bu müthiş şarkıcı ve şarkı yazarını Diana ile tanımıştık bütün dünya ile birlikte.. Dünyanın gelmiş geçmiş en çok satan plaklarından biri olmuştu. Hala satar.. 16 yaşında iken, 20 yaşındaki Diana'ya aşık olmuş ve bu aşkı anlatmıştı şarkı.. Hala bir aşkı en iyi anlatan şarkıların başında gelir..
Bugünün kuşakları için Paul Anka oysa, My Way'dir.. Frank Sinatra ile ölümsüzleşen şarkıyı Paul Anka'nın yazdığını bile bilmez çoğu..
Las Vegas'ta, Reno'da Tahoe Gölünde çok aramıştım Paul Anka'yı, her gittiğimde.. Denk getiremedim bir türlü.. Sonunda o geldi İstanbul'a, hayatımın en güzel gecelerinden birini yaşatmak için..
İsterdim ki, bütün yıldızlarımız o gece orada olsunlar ve bir süper şov nasıl sunulur görsünler..
Öğrenecekleri çok şey vardı bu büyük ustadan.. Çok.. Çok şey..
Diana ile kapıdan girdi salona Paul Anka.. Sahneden değil.. O anda seyirciyi avcunun içine aldı, bir daha da bırakmadı.. Muhteşem bir şarkıcı olduğunu dünya biliyordu. Dünya çapında bir sunucu olduğunu ben o gece gördüm..
Bir konser ancak böyle sunulurdu işte..
12 kişilik tabanca gibi bir orkestra eşliğinde bütün hit şarkılarını söyledi..
Ama fondan gelen Frank Sinatra sesinin My Way'ine eşlik ettiği final, FrankPaul düeti, yaşam boyu unutulmayacak kadar güzel, yüreklere hep çakılı kalacak kadar duygu doluydu.. Beni yüreğimden vuran şarkı Lonely Boy oldu ama..
"Ben yalnız bir adamım..
Yalnız ve hüzünlü..
Yapayalnız ve
Yapacak bir şeyi olmayan
Akla gelebilecek
Her şeye sahibim
Ama istediğim sadece
Sevecek biri
Evet evet, sevecek biri
Böyle bir anda
Öpecek biri
Sarılacak biri..
Onu bana gönder
Lütfen gönder
Nasıl mutlu edeceğim,
Bak, gör o zaman
Öyle dua ettim ki
Yukardaki cennetlere
Sevecek birini
Bulabilmek için.."
***
Teşekkürler Paul Anka..
Teşekkürler bu sihirli geceyi yaratan Çelik Motor..
Teşekkürler böylesi bir rüyayı düşünen Tuncay Özilhan!..