Sunday Times Spor ekini okuyorum.. Milli Takım Teknik Direktörü Sven Goran Eriksson şikâyet ediyor.. Hazırlık için planladığı milli maçta Beckham'ı oynatmak zorunda kalmış.. "Ben yenileri denemek istiyorum.. Ama yayıncı kuruluş Beckham'ı oynatmamı şart koşmuş. Federasyon da boyun eğmiş. O zaman bu hazırlık olmuyor" diyor.
Neden böyle oluyor.. Çünkü, spor seyircisi "Yıldız" seyretmek istiyor. Tribün de, reytingler de yıldıza bağlı.. Maça talip kuruluş "Beckham varsa.." diye kapıyı açınca, İngiliz Federasyonu boyun eğmek zorunda kalıyor.
Tüm şov işlerinde olduğu gibi, futbolda da Yıldız Sistemi geçerli..
Bunun böyle olduğunu da en iyi medyası biliyor adamların. Tiraj ve reytinglerinin yıldız sistemine bağlı olduğunu biliyorlar..
Peki yıldız olmazsa ne yapılıyor?..
Yıldız yaratılıyor.. Beckham örneği!..
Medya yıldız yaratıyor ki, futbolu satsın..
Peki bizde?..
Bizde durum tam tersi.. Medya yıldız öğütme makinesi.. Yorumcular, yıldızları yerin dibine soktukları ölçüde büyüdüklerini sanıyorlar.. Türkiye'ye yıldız dayanmıyor. Böyle olunca, bir mafya dizisi, Beşiktaş'ın Avrupa maçından fazla seyirci buluyor. Böyle olunca, spor sayfaları okunmaz hale gelip, birer ikişer arka kapaktaki yerlerini kaybediyorlar..
İki örnek vereyim..
Birincisi Samsun-Beşiktaş maçı.. Doğru 60 dakika sıkıntılıydı. Samsun milli oyuncu düzeyindeki 6 futbolcusundan yoksundu. (Celil sakattı. Öbür beşini, ara transfere üç hafta kala Samsun, satmayı, kiralamayı düşünmeden kapıya koymuştu. Müthiş bir haberdi. Hiçbir spor servisi haberi çıkaramadı. Bugün Türk futbol kamuoyu dedikodularla çalkanıyor, gerçekle değil. Habercilik sıfır.. Acz!..) Yepyeni takımla maça ısınmaları vakit alacaktı.
Beşiktaş büyük baskı altındaydı, bir de on kişiydi. Onun da ısınması gecikti.. Ama sonra, müthiş bir son 30 dakika izledik. Futbolun tüm güzelliklerini ve heyecanını yaşayan..
Bu son 30 dakika sayfalar dolusu yazılabilirdi. Yorumlardan bal damlayabilirdi.
Hele Tümer.. Bu 30 dakika içinde "Beckham kimmiş.. Yıldız benim işte" diye bas bas bağıran Tümer için, hele Beşiktaşlı okuru coşturan, heyecanlandıran "İlk fırsatta maça gidip bu Tümer'i görmeliyim" dedirtecek sayfalar hazırlanabilirdi..
Açın okuyun.. Açın dinleyin..
Yorumlarda del Bosque'ye sövme var.. Hakeme sövme var.. Futbolcular, Tümer dahil, iki satır..
Bu ülkede sanırsınız tüm maçları, hakemlerle teknik direktörler oynuyor.. Futbolcunun esamisi yok.. Tu kaka..
Açıyorum Sunday Times'ı.. En kötü maçın, en kötü notu, 6!.. Bizde en iyi maçta en iyi not 6 nerdeyse..
3'ler.. 4'ler.. Lütfen 5'ler..
Peki niye gitsin seyirci bu döküntüleri izlemeye.. Niye TV'ye takılsın bunlar için, ya da spor sayfası okusun?..
Galatasaray ve Hagi yerin dibine geçirilmiş gene..
Şimdi maçı hatırlayın.. Hakan ve Necati gibi gol isimleri en az beş kez, altı pas içinden topu boş kaleye atamamışlar. Atsalar maç 5-0, 6-0 olacak.. O zaman ne yazacaklar?.. Ankaragücü'nün galibiyeti kaçırdığını nasıl iddia edecekler.. Hakan ile Necati'nin o golleri kaçırması değil, atması normal.. Bunu herkes biliyor. Ama Ersun Yanal'ın yarattığı kriz yüzünden ikisinin de son haftalarda nasıl baskı, nasıl gerilim içinde oynadıkları belli.. Topa o kafa ile vurursan, çerçeveyi bulman kolay değil..
Golleri kaçırdılar, ama o pozisyonlara girmeyi başardılar. O pozisyonları yarattılar.. Bunu yazsana.. "Hakan, Necati dönüş işareti verdiler" desene..
Hayır.. İşlerine gelmez..
O zaman da seyirci maça gelmez.. Maça gelmeyen seyirci, seni okur mu?.. Seni izler mi?.
Medya futbolun güzelliklerini aramaya, yoksa bile yaratmaya, futbolun kendisini yazıp konuşmaya başlamalı.. Hakemler ve teknik direktörlerden önce futbolcunun geldiğini artık anlamalı..
Ya da Genel Yayın Müdürleri ve de Genel Müdürler, sopayı ellerine alıp spor servislerine "Kendinize gelin" komutunu vermeliler..
Ya kendilerine gelirler, ya da giderler..
Yoksa, futbol gidecek..
Futbolcusu, seyircisi ve okuyucusu ile..