Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Pencere 10 Kasım'da Londra'da açıldı, Atam!..

"Artık ölsem gam yemem" dedirten olaylar vardır, insanın yaşamında.. Onlardan biriydi işte..
Türkiye'nin gururu.. Türk'ün gururu.. 2000 yılında sporda Avrupa'yı fethetmişti Türkiye.. UEFA ve Süper Kupaları alarak. Cumhuriyet tarihinin en büyük, en anlamlı sportif başarılarından biri, birincisi idi.. Futbol ülkenin gözde sporu, öncelikli konusu olduğu için, anında, tüm ülke duydu, zaferi..
Siyaset adamları, zaferden pay çıkarmak için, Kopenhaglara koştular.. Maç sonunda kutlama sırasına girdiler.. Cumhurbaşkanından, başbakanından başlayıp, mahalle muhtarına dek..
2004 yılında Avrupa'yı bir daha fethettik.. Dünya kültürünün, dünya tiyatrosunun merkezi Londra West End'de, bir Türk sahne gösterisi, 55 tiyatronun en eskisi, en ünlüsü Peacock'ta başladı.. 15 gün için.. Daha üçüncü günde, organizatörler, bir hafta daha uzatma istediler.. Dahasını da istediler ama, olamadı.. Çin turnesi vardı sırada.. Viyana'da başlamış, Zürih'te devam etmişti Ney.. Şimdi Londra'daydı ve şovu seyreden, seyircinin, Türk değil, İngiliz seyircinin çılgın tepkisi ile şaşkına dönen, Amerikalı organizatör "Broadway sahnelerinde 2 yıl, tek boş gece yok. Ama bir yolunu bulacağım, bu şovu Amerika'ya en kısa zamanda taşıyacağım" diyordu.
Ben Hıncal Uluç, 10 Kasım gecesi tıklım tıklım Peacock Tiyatrosu'nda idim..
Anadolu'nun modernize edilmiş müziği ve modernize edilmiş adımları ile müthiş bir şov başladı..
Ney!..
Flame of the Passion diye İngilizce ad koymuşlar.. Ve birden gümbür gümbür Atatürk'ün en sevdiği şarkının melodisi doldu, tarihi salona..
"Pencere açıldı, Bilal Oğlan.. Piştov patladı!." Bundan daha güzel bir anma olur muydu 10 Kasım'da Ata'ya..
10 Kasım'da dünyanın sanat merkezinde gümbür gümbür Ata'nın şarkısını çalmaktan ve dünyaya dinletmekten daha güzel bir teşekkür olur muydu?..
Salon ayaktaydı.. Sağımda Ali Erten, solumda Hüseyin Özer, hemen arkamda Nuyan (Yi- ğit) Ağabey, biz ayaktaydık.. İngilizler tempo tutuyordu, biz yaşlı gözlerle türküyü bağırıyorduk..
"Varın bakın kanlı da Bilal, gene kimi hakladı!.."
Ardından bir Kafkas girdi ki.. Yer yerinden oynadı.. O dünyanın en akrobatik figürleri birbiri ardına patlarken, kılıç ve kalkanların çarpışmasından doğan kıvılcımlar salona yağmur gibi yağarken, seyirci iyice coştu.. Artık oturan yoktu.. Herkes ayaktaydı. Herkes bağırıyordu..
Hüseyin hepsinden çok coşmuştu.. "Ben burada River Dance'ı, Lord of The Dance'ı da izledim. Böyle tezahürat görmedim" diyordu..
Ney'in Türkiye adına kazandığı zaferin anlamını, Londra'yı, West End'i, bu dünyanın en eski ve en ünlü Kültür Sanat Merkezini bilen bilir..
Ne var ki, bunu bilenlerin sayısı bu ülkede çok azdı..
Bu yüzden Kopenhag zaferini canlı izleyen Türkiye'nin, Türk sanatı, Türk Kültürü adına bir kilometre taşı, bir dönüm noktası olan Ney'den hemen hiç haberi olmadı.
West End'in anlamının farkında olmayan medya habersizdi.. Birkaç minik, hatır haberi ile geçti.. Açılışa özel uçakla gitmeliydi oysa Bab-ı Ali ve televizyonlar.. Asena ile 50 dakika konu- şan Ali Kırca, Peacock Tiyatrosu'nun önündeki 100 metreyi aşan kuyruğun içinden canlı yayın yapmalıydı..
Cumhurbaşkanı, Başbakan telgraf çekip, Türkiye adına bu müthiş tanıtımı yapan sanatçıları kutlamalıydılar..
Hiçbirinin haberi yoktu.. Nasıl olsundu ki.. Kültür ve Turizm Bakanı, yani bu şovun manevi sahibi, bu şovun getirisinden en çok istifade edeceklerin siyasal lideri Erkan Mumcu, tamamen bir tesadüf eseri, şov açılır ve devam ederken Londra'da idi.. Bir hafta.. Bir hafta boyu, 40 genç Türk dansçısı, bakanlarını önce salonda, gösteri sonunda kuliste beklediler..
Boyunları bükük kaldı.. Mumcu'nun Londra geceleri öylesine önemli (!) programlarla doluydu ki, West End'e, Peacock'a gelip, Cumhuriyet tarihinin en büyük, en anlamlı kültür ve sanat olayını izleme fırsatı(!) bulamamıştı..
Gençlerin boynu bükük kaldı..
Atatürk, ardından İsmet İnönü, her oyunu, her konseri izler ve sonunda kulise gelip sanatçıları kutlarlardı. Bu kutlamanın sanatçıya en büyük ödül, en büyük teşvik olduğunu bilirlerdi.
O Atatürk'ün gençleri, Londra'da olduğunu bildikleri bakanlarını asıl bu sebeble hep umutla beklemişlerdi.
İngiliz seyircisini coşturmak, Londra'yı sarsmak güzeldi, ama iki adım ötelerinde yaşayan Kültür Bakanı'nın, kendi kültür bakanlarının bir gecesini onlara ayırmayışının acısı çok, ama çok başkaydı..

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA